Biraz sert bir ifadeyle sanırım ‘yanlış eğitimin telafisi yoktur’ diyebiliriz. Bu söyleşide bu konuya ilişkin çokça anlatı var. Kültürel evrimde sanat ve müzik eğitimi, tüm dünyada bir gelişmişlik ölçütü. Türkiye’de müzik eğitimi tarihi, gelişimi ve şimdiki durumu çok başka ve geniş bir konu. Konuyu daha daraltarak, Türkiye’de piyano eğitimi tarihi, eğitim yöntemleri, teknikleri, sorunsalları, başarıları ve başarısızlıklarını Gülnur Ünlütürk ile konuştuk.
Söyleşi: Metin Batur
1- Bizlere biraz kendinizden söz eder misiniz? Piyano eğitiminiz, eğitimci ve sanatçı kişiliğiniz hakkında bilgi verebilir misiniz?
Eğitimci bir ailede büyüdüm. Annem ve anneannem öğretmendi. Sanata, bilime, bilgiye çok değer verirlerdi. Evimizde çok eski şamdanlı Fransa yapımı bir piyano vardı. İlgim o yaşlı ve eski piyanoyu çalmaya çalışarak başladı. Ablam için evimize gelen piyano öğretmeni benim de yetenekli olduğumu keşfedince, 9 yaşında özel ders almaya başladım. Piyanonun sesine, müziğe, piyano için yazılmış eserlere hayranlığım gittikçe arttı. Sonrasında da eğitimimi hep müzik üzerine kurguladım.
Üniversitede son sınıftayken İngiltere’ye giderek Kraliyet Müzik Okulları sınavları hakkında bilgilendim. Oradaki öğretmenler ile bu sınavlara yönelik çalışmalar yaparak Royal School of Music Dip ABRSM seviyesinde sınavları geçerek ülkeme döndüm.
Bu süreçte Türkiye’de de konunun uzmanı olan eğitimci arayışına girerek Seba Bağtuğ Şen ile tanıştım. O gün müzik hayatımın yeniden şekilleneceği, başlı başına beni profesyonel düşünmeye sevk eden en şanslı günlerimden biriydi.
Seba Baştuğ Şen, Paris Ecol Normale virtüöz sınıfından mezun, piyanoda gevşeme teknikleri konusunda dünyaca ünlü piyanist-pedagog Monique Deshaussees’nin öğrencisidir. Kendisiyle 1992-2005 yılları arasında vefatına kadar sürekli iletişim halinde kaldım ve galiba onun en sadık öğrencisi oldum.
Piyano ve piyano tekniği konusunda Fransa’da öğrendiği her şeyi, pratikte ve teoride tüm açıklığı ile bana aktardı. Kanser hastalığı sebebiyle öleceğini hissettiği günlerde tüm notalarını, kitaplarını hatta kuyruklu piyanosunu bile bana bıraktığını söyleyerek, bu değerlere sadece senin gözün gibi bakacağına eminim dediği günü asla unutamam.
Şimdi ise o mirası, onun gibi aynı yöntemlerle ben öğrencilerime aktarmaya çalışıyorum. 1992 yılından beri çeşitli müzik kurumlarında piyano öğretmenliği yaptım. Piyano tekniği konusunda metotlar geliştirerek Güzel Sanatlar Liselerinin ilk ders kitaplarını yazdım. 2010 yılında Prof. Dr. Safa Yeprem ile birlikte Empati isminde bir gitar-piyano albümü çıkarttık. Hala birlikte üretmeye devam ediyoruz ve şu an Okan Üniversitesi Konservatuvarında ‘piyano, müzik formları ve bilgisayarda nota yazma teknikleri’ dersleri veriyorum.
2- Uzun zamandır önemli kurumlarda piyano eğitimciliği yapıyorsunuz. Dersleriniz, projeleriniz, konserler nasıl gidiyor?
Mesleğe ilk başladığım yıllardan beri hayalim ülkemde müziğe karşı yetenekli bütün çocuklara ulaşmak oldu. Her zaman öğrencilerime enstrüman çalmanın inceliklerini ve derinliklerini anlatmaya çalıştım. Bunun yanında elbette kendimi de geliştirebilmek adına bireysel çalışmalarımı sürdürdüm. Çünkü öğrenciler sürekli çalışan, üreten, aktif ve performanslarını asla bırakmayan bir öğretmene sahip olduklarında çok daha hırsla motivasyon sağlıyorlar. Öğrencilere örnek olmak adına piyano çalışmalarımı hiç bir zaman aksatmayarak bir profesyonel gibi sahnelerde olmayı tercih ettim. Şu an hala devam eden projemiz, gitar-piyano albümü için yeni üretimler tasarlıyoruz. Ayrıca öğrencilerimden doğru geri dönüşler alarak onların başarıya ulaştığını izlemekten de büyük keyif alıyorum.
3- Dünyadaki sanat eğitimi tarihinde, ulusal ekoller çok önemli bir yer aldı ve bu konuda büyük çabalar ve yarışlar yaşandı. Türkiye’de ulusal piyano eğitimi ekolü oluşturulabildi mi, biz hangi aşamadayız?
Türkiye’de konser piyanisti yetiştiren kurumlar olarak Devlet Konservatuvarlarını görmekteyiz. Eski yıllarda konservatuvar eğitimlerinde Alman ekolü, Rus ekolü, Fransız ekolü gibi bazı teknik ayrımlara gidilirdi. Bu gün artık bu ekollerin hepsi yerini uluslararası ekollere bıraktı. Ünlü pedagog ve piyanist Gyorgy Sandor’un 1981’de yazdığı ‘On Piano Playing’ adlı kitabın ve uluslararası üne sahip pedagog Moniq Deshaussees’nin 1982’de yazdığı L’Homme et le Piyano (İnsan ve Piyano) adlı kitapların birbirlerinden habersiz, biri Amerika’da, diğeri Fransa’da oldukları halde özde sayısız benzer bilgilerle donatılmış olması bunun ispatıdır.
Biz ülke olarak bunun neresindeyiz diye sorarsak, kanımca daha çok fırın ekmek yememiz gerektiğini düşünmekteyim. Çünkü kurulduğu yıllardan bu yana eğitim programlarında konservatif bir tutum sergileyen kurumlar, maalesef öğrencileri müzikten ve enstrümandan soğutmakta veya teknik olarak yapılan bilinçsiz çalışmalar yüzünden birçoğunun sakatlanmasına, yaralanmasına enstrümanı bırakacak derecede sorunlar yaşamasına sebep olmaktadır.
Bugün sayısız mezun veren bu kurumların içinden çıkıp, uluslararası düzeyde başarı elden eden öğrencilerin sayısı bir elin parmağını geçmez ve hepsinin temel eğitiminin, yurt dışında aldığı eğitim olduğunu söylemek belki biraz sert olur ancak hiç garip olmaz. Çünkü sizin de söyleşinin başlığında belirttiğiniz gibi yanlış eğitimin telafisi yoktur.
4- Türkiye’de piyano eğitimi sizce nasıl programlanmalı ve neler yapılmalı?
Bu konudaki en temel eksikliğimizin ders programları içerisinde anatomi, beden ve beyin ilişkisi ile doğal yolla çalma yöntemleri gibi derslerin yer almaması olduğunu düşünüyorum.
Müzik hem sanattır, hem de bilim. Dolayısı ile hem duygusal olarak algılanabilmeli, hem de akıl ile kavranabilmelidir. Herhangi bir sanat ya da bilim dalındaki gibi müzikte de, bilgiye ve ustalığa giden yolda kestirmeler yoktur. Bu bakımdan yabancı dillerde piyano tekniği ile ilgili yazılmış kitapları okuyanlar, piyano çalmada kasların, eklemlerin, sinir sisteminin ve nefes mekanizmasının aralarındaki doğrudan ilişkiyi ve bunların koordineli bir biçimde doğru kullanılmasının ne kadar önemli olduğunu, sürekli vurgulandığını bilirler. Bizim eğitim sistemimizde ise bu detayların gözden kaçırıldığını söylemek isterim.
Piyano tekniğine bilimsel olarak katkıda bulunmuş olan Marie Jael, bilinçsizliği sezgilerle karıştırmamak gerektiğini söyler. Bilinçsizlik dediğimiz şey enstrümanı çalarken otomatik şekilde yapılan ve hiç bir yarar sağlamayan alışkanlıklardır. Dolayısı ile bizim ülkemizde çoğu öğrenci sezgisel olarak çalıyor. Ne yazık ki bilinçli bir çalış olmadığı için çoğu eksik ve yarım kalıyor.
Eğer öğrenci psikolojik olarak gelişimine devam ederken bir yandan da enstrüman üzerinde bilinçli teknik egzersizler ile kendi olanaklarını tanıyarak bir gelişim gösterirse enstrüman ile doğru iletişim kurabilmeyi başaracaktır. Ülkemizdeki en büyük eksikliğin bu konuya hakim olmadan eğitim veren öğretmenler olduğunu düşünüyorum.
5- Müzik eğitiminde olmazsa olmazlar var; müziksel işitme, okuma ve yazma, müzik teorisi, müzik tarihi, armoni ve kompozisyon eğitimleri piyano eğitimi ile nasıl ilişkilendirilmeli?
Müzisyen ayakları sımsıkı yere basarken, başı göklere doğru yükselen kişi olmalıdır. Yani tam donanımlı bir müzisyen olabilmek için sadece enstrümana hakim olmak yeterli değildir. Bunun yanında sözünü ettiğiniz gibi sağlam bir müzik yazısı okuma ve sesleri duyma bilgisi ile müzik teorisine tam anlamıyla hakim olabilmek, müziğin besteci tarafında kurgulanırken çok sesliliğin oluşumundaki kuralları anlayabilmek ve müziği aynı bir lisan gibi düşünerek her kelimesini, her cümlesini, ana fikrini ve sonuç cümlelerini anlayabilecek kadar notasyon bilgisine de sahip olmak gereklidir. Bu saydığınız alt başlıkların hiç birini birbirinden bağımsız düşünemeyiz.
Tam donanımlı bir piyanist olmak için piyano edebiyatındaki eserlerin her birine hem notasyon, hem armonik analiz, hem de form analizi açısından tamamen hakim olmamız gerekir. Adeta bir beyin cerrahının mikro cerrahi ameliyatları gibi, müzisyenler de çalıştıkları eseri, hücre hücre analiz ederek incelemeli, her dokusuna tüm detayları ile hakim olmalıdırlar.
6- Sizce Türkiye’deki özel müzik eğitimi kurumları, Güzel Sanatlar Liseleri, eğitim fakültelerinin müzik eğitimi anabilim dalları, konservatuvarların durumu, hedefleri ve amaçları nelerdi ve bu hedeflere ulaşılabildi mi?
Ülkemizde çok sayıda müzik eğitimi kurumunda görev almış bir eğitmen olarak tespitim şudur ki, aslında bütün kurumlar iyi niyetle üst düzeyde performans sergileyebilecek nitelikte eğitim vermek için çaba sarf ediyorlar. Ancak bu konuda istenen başarıya ulaşılamadığı için artık amatör müzik eğitimi veren özel kurumların da sayısı giderek çoğalmaya başladı.
Bu kurumların başarısında ve başarısızlıklarındaki temel sebeplerden ilki görev yapan eğitmenlerin enstrüman eğitimine yaklaşımı, bilgisi, donanımı ve bakış açısı olmakla birlikte, bu kurumların yönetiminde yer alan düşünce mekanizması ve yönetim anlayışı da etkili olmaktadır.
Böyle güzel soruların içinde siyasetten bahsetmek istemem ancak, ülkemizdeki yönetimlerin ve yöneticilerin sanat eğitiminin incelikleri konusunda yeterli donanıma sahip olmadığını gözlemledim. Kurumların başarılarının hep çalışkan eğitimcilerin bireysel başarıları ve etkinlikleri sayesinde oluştuğunu tespit ettim.
Sanırım geçmiş yıllardan daha da kötüye gitmekte olan bu anlayış sanat eğitimi konusunda bizlere köstek olmaya devam edecek gibi duruyor.

7- Bu zor konuları ve sorulara verdiğiniz cevaplar için çok teşekkür ederiz. Şimdi piyano eğitimi alan gençlere Gülnur Ünlütürk olarak neler tavsiye edersiniz? Soru içinde diğer soru (sanırım en güzel soru :); konserlerde, stüdyo video kayıtlarında neler hissediyorsunuz?
Yaklaşık 28 yıldır eğitim verdiğim öğrencilerde gözlemlediğim bir durum var. Bazı öğrencilerim, hep anlatmaya çalıştığım konu olan müzikte tinsellik (ruh) ve akıl konusuna ilgi duyarak çalışmalarını bu yolda sorgulamalar ile ilerletiyorlar. Sorgulayan, neden, niçin ve nasıl sorularını sorarak, cevapları arayan öğrencilerin her zaman daha başarılı olduğunu tespit ettim. Piyano eğitimi alan öğrencilere tavsiyem her şeyi sorgulamalarıdır. Kendilerine söylenen şeyleri körü körüne yapmadan önce, ‘bunu neden yapıyoruz, ne işe yarıyor, niçin bunları çalışmak zorundayız?’ gibi temel ve basit soruları sorarak ilerlemeleridir.
Zaten bir öğrencinin içinde enstrüman ve müziğe karşı gerçek sevgi duygusu varsa, çalışmalarını hiç sıkılmadan, aksatmadan yapacak, uzun ve meşakkatli olan bu yolda bıkmadan, usanmadan çalışarak başarıya ulaşacaktır.
Bunun dışında tüm müzik öğrencilerine yabancı dillerini üst düzeyde geliştirmelerini ve ülkemizde olmayan çok sayıdaki yabancı kaynağı taramalarını tavsiye ederim. Uluslararası yayınlara ve öğretim metodlarına ulaşmayı görev edinmeliler ve hatta öğrenim hayatlarının bir kısmında mutlaka farklı ülkelerde yaşam alanı oluşturarak, oradaki eğitim sistemine adapte olmayı denemelerini tavsiye ederim.
Soru içindeki sorunun cevabına gelirsek, konserler ve stüdyo kayıtlarında hala ilk günkü gibi büyük heyecan duyuyorum. İtiraf etmeliyim ki bu heyecanı yaşamayı çok seviyorum. Çünkü kendi kendimi eğitme sürecimde sorgulayarak ve üzerinde çok düşünerek bulduğum bir konu var ki, o da sahne heyecanının korku heyecanı olmadığı, insanı enstrümanına ve müziğe derinden bağlayan en güzel kalp çarpıntılarından biri olduğudur.
Gülnur Ünlütürk’ü aşağıdaki sosyal medya hesaplarından takip edebilirsiniz;
Facebook ve YouTube: Gülnur Ünlütürk
Instagram: pianississimoo
Twitter: @pianissimoii
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()