“Bir bakışta eğitim 2022” raporuna göre Türkiye, yüksek lisans ve doktora programından mezun olanların oranında OECD ortalamasının çok gerisinde.

OECD tarafından her yıl yayımlanan “bir bakışta eğitim” raporuna göre Türkiye, 25-34 yaş aralığında üniversite okuma oranının en çok arttığı ülke oldu. 2000 yılında yüzde 9 olan oranın 2021’de yüzde 40’a yükselmesi iktidara yakın medyada büyük yankı buldu. Ancak madalyonun diğer yüzüne ilişkin verilere değinilmedi. Çünkü rapora göre, üniversite mezunu işsizlerin hemen hemen yarısı 12 aydan uzun süredir işsizlik yaşarken, 25-29 yaş aralığındaki yükseköğretim mezunu genç yetişkinler içinde ne eğitimde ne istihdamda olanların oranı Türkiye’de yüzde 27.4 iken OECD ortalamasında yüzde 12.1’dir.

Türkiye’de 25-64 yaş arasındaki yükseköğretim mezunu yetişkinlerin lisansüstü eğitim oranları ise OECD ortalamalarının oldukça gerisinde kaldı. Yüksek lisans eğitimini tamamlayanların oranı, tüm yükseköğretim seviyeleri içinde binde 17, doktora mezunlarının oranı ise binde 5 oldu. Bu oranlar OECD ortalamasında sırasıyla yüzde 13.9 ve yüzde 1.3.

Yükseköğretime giriş oranlarının artmasına karşılık lisansüstü eğitim oranlarının bu derece geride kalmasının nedenlerini ODTÜ Bilim ve Teknoloji Politikası Çalışmaları (TEKPOL) Ana Bilim Dalı’ndan Prof. Dr. Semih Akçomak ve ODTÜ lisansüstü öğrencileriyle konuştuk. Öğrenciler için en büyük sorun maddi zorluklar. Prof. Dr. Akçomak ise iş alanlarının kısıtlılığına, kadroların yetersizliğine ve güvencesizliğe dikkat çekti.

‘KADROLARIN SAYISI AZ’

Lisansüstü verilerine dair değerlendirme yapılırken yapısal sorunların gözden kaçırılmaması gerektiğini belirten Prof. Dr. Semih Akçomak “Doktoranızı bitirdiniz, sadece akademisyen olabilirsiniz. Doktoralı bir insanın çalışabileceği araştırma birimlerinin sayısı çok az. Bir gelecek vadetmiyor bu açıdan yüksek lisans, doktora yapmak” diyor.

Maddi zorlukların da öğrenciler açısından büyük bir engel olduğunu ifade eden Akçomak, “O kadar yıl karnını nasıl doyuracaksın? Ya iyi bir desteğin olacak ya da burs bulacaksın, ki her ikisi de sınırlı. Hayatını idame ettirebilmen için çalışman lazım. Ama çalışınca da yüksek lisansı, doktorayı bitirmek zor. En büyük sıkıntı güvenceli bir araştırma görevliliğinin düzenlenmemesi” diyor.

‘ARAŞTIRMA GÖREVLİSİNDEN ÇOK PROFESÖR VAR’

Akçomak’a göre vakıf üniversitelerinin çok iş-az ücret tutumları da sorunun önemli bir parçası. Burada YÖK’ün tutumuna dikkat çeken Akçomak “Avrupa ya da Amerika’daki üniversitelere giderseniz araştırma görevlisi ve doktora sonrası araştırmacı kadroları çok büyüktür. Türkiye’ye bakarsanız araştırma görevlisi sayısından çok profesör olabilir bazı bölümlerde. Tam tersinin olması gerekiyor. Ben 2001’de mezun oldum, 2001’in sonuna doğru ODTÜ iktisata araştırma görevlisi olarak atandım. O dönem bölümde 26 araştırma görevlisi vardı, şu an 12 araştırma görevlisi var. Bu tabii ki YÖK ile ilgili bir durum. Araştırma görevlisi ve araştırmacı kadrolarının üniversitelerde verilmesi gerekiyor” önerisinde bulunuyor.

‘DİĞER ÜLKELER KADAR ÜRETEMEYECEĞİZ’

Akademik üretimin çoğunlukla doktora öğrencileri, doktora sonrası araştırmacılar, doktor öğretim üyeleri, yardımcı doçentler tarafından yapıldığına dikkat çeken Akçomak, “10-20 sene sonraki akademi için bir kere çok net bir gözlem var. Eğer Türkiye’de kadro sayıları böyle devam ederse ve var olan sorunlar çözülmezse, akademik çıktımızın sayısı da az olacak, kalitesi de. Oransal olarak diğer ülkeler kadar üretemeyeceğiz. Benim bildiğim kadarıyla ODTÜ’de araştırma görevliliği dışında başka bir kurumda çalışarak doktora yapanların oranı yüzde 50’den daha fazla. Bu mesela çok ciddi bir sıkıntı. Çünkü esas üretimi yapacak olanlar onlar” uyarısında bulunuyor.

‘EN BÜYÜK SORUN MADDİ ZORLUKLAR’

ODTÜ’de görüştüğümüz lisansüstü öğrencileri için maddi zorluklar eğitimin önündeki en büyük engel. ODTÜ Biyoloji Bölümünden bir yüksek lisans öğrencisi lisansüstü eğitimin gerektirdiği özveriye değiniyor: “Yeri geliyor geç saatlere kadar deney yapıyorsunuz, yeri geliyor daha güneş doğmadan deneye başlamak için yola çıkıyorsunuz. Bunlar eğitimin birer parçası olduğu için zorluk olarak saymıyorum bile. Karşılaşılan en büyük zorluk bence maddi zorluklar. Bizim alanımızda okurken çalışmanız çok zor çünkü fiziksel olarak laboratuvarda bulunmanız gerekiyor. Bu durumda da burslara muhtaç kalıyorsunuz ancak burs da ne yazık ki herkese çıkmıyor veya çok düşük tutarlarda çıkıyor. Artık pek çoğumuz akademinin zengin işi olduğunu düşünmeye başlıyoruz. Çalışabilecek donanıma sahipken bilime emek vermeyi seçtiğimiz için böyle bir hayat yaşamaya mecbur bırakılmak insanın şevkini kırıyor.”

‘FULLTIME ÇALIŞAN, PARTTIME ÖĞRENCİ’

Sosyoloji bölümünden bir yüksek lisans öğrencisi ise hem çalışıp hem eğitimini tamamlamaya çalışırken yaşadığı zorlukları şöyle anlatıyor: “Yüksek lisansın ikinci senesinde Amerika’da bir çağrı merkezinde iş buldum ve Amerika saatlerine göre uzaktan çalışmaya başladım. Bu işi yapan pek çok insan ODTÜ-Hacettepe gibi üniversitelerden mezun çünkü işin tek gerekliliği İngilizce bilmek. Çalışmaya başlamamla beraber öğrencilikten kopmuş oldum çünkü haftanın 40 saati çalışırken geriye kalan zamanda insan sadece oturup nefes almak istiyor. Yüksek lisansta son senemdeyim, dönemin sonuna kadar tezimi teslim etmem gerekiyor. ‘Full-time çalışan – part-time öğrenci’ olarak bunun ne kadar güç olduğunu her seferinde yeniden fark ediyorum.”

Kaynak: EVRENSEL / Buse VURDU – Ekin BAL

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…