Özgür Denizli

Küçük burjuvazinin corona virüsle imtihanı – Vefa Pınar

Neredeyse malum virüsün yayılma hızıyla eşit bir bilgi akışı var. Tek tek kişilere sosyal mesafelenme öneriliyor ama bilginin paylaşılmasında herhangi bir kısıt bulunmuyor.  Şüphesiz teknoloji olmasaydı insanların kendilerini yalnızlaştırdığı ve evlerine kapandığı bu dönem bilgi paylaşımı açısından da oldukça kısır geçecekti. İnternet siteleri, Whatsapp mesajları, Tweet akışları ve Instagram görselleri sayesinde sosyal ve biyolojik izolasyona inat bilgi ve pseudo-bilgi tıpkı virüs gibi yayılıyor. Yayılırken de kulaktan kulağa misali yanlışlarla doğrular iç içe geçiyor. Her mecra Corona virüsün yeni mutant formu yani SARS-Cov-2 ve onun sebep olduğu hastalık olan Covid-19 ile dolup taşıyor.

İncelikli felsefi ve sosyolojik tespitler bu yığının içinde seçilemeyecek derecede bulanıklaşıyor, onları bulup çıkarmak veya onlardan bir şeyler kapmak gittikçe zorlaşıyor. Yığının içeriğini artık bilgiler oluşturmuyor; içerik kehanetler, korkutucu uyarılar, kaos ve komplo senaryolarıyla dolu sözcükler silsilesi haline geliyor… Felsefe, sosyoloji ve elbette doğru politik strateji de bu bulamaçın içinde kendi yolunu çizemiyor.

Evet, bilimsel veriler de dâhil olmak üzere bütün maddi (biyolojik+sosyal) olaylar ontolojik düzlemde felsefeciler, sosyologlar ve politikacılar için hammadde olabilir. Fakat epistemolojik olarak bir edinim söz konusu olacaksa, bilgilerin olgunlaşması, üzerinden zaman geçmesi ve sağlamlaşması gerekiyor. Örneğin ortaçağda Avrupa nüfusunun üçte birinin ölümüne yol açan veba salgını feodal üretim tarzının çözülmesiyle eş zamanlı veya alakalı ise bu ilişki ancak nüfusun üçte birinin ölümü gerçekleştikten sonra iddia edilebilir hale gelmiştir. Veba salgını sırasında insanlar ölüyorken, tam da o sırada, feodal ekonominin bu yüzden çökeceğini iddia etmek pek akla yatkın değildir. Yani epistemolojik alan bilgi netliğiyle, ontolojik alan ise yaşanılan anın somut özellikleriyle ilgilidir.

Yani artık pandemi niteliği kazanan SARS-CoV-2 salgınını “Eyvah felaket yaklaşıyor, büyük bir kaos çıkacak” ya da “Yaşadıklarımız basit bir grip salgınını aşacak nitelikte değildir.” gibi radikal uçlara çekmek verimli görünmüyor felsefe ve sosyoloji açısından. Belki salgın kısa zaman içinde böyle uçlara çekeceğimiz boyuta ulaşabilir veya bir süre sonra tamamıyla kaybolabilir. Bunların hepsini yaşayarak göreceğiz. Geleceği tahmin etmeye soyunan bir medyum rolü sadece komünistlere değil kimseye fayda sağlamaz. Birkaç örnek vererek anı değil de geleceği tahmin etmeye soyunanların birbirlerinden farklı düşünseler bile aynı hataya düştüklerini göstermek gerekiyor.

Gelecekten haber veren yorumcular

Demir Küçükaydın, bu salgının büyük sistem değişikliklerine veya politik devrimlere sebep olmasa bile tıpkı veba, kolera veya İspanyol gribi salgınlarında olduğu gibi insanların gündelik yaşamlarında bir takım toplumsal değişimlere sebep olabileceğini söylüyor. Küçükaydın’a göre tokalaşma veya yan yana durma/toplanma ritüelleri değişime uğrayabilir. Yaşıyorken meşhur olmaya mazhar olmuş ve sahayı boş bulduğundan olsa gerek Stalin ve Ortodoks Marksizm savunusunu başka kimselere bırakmamaya ant içmiş filozofumuz Zizek ise bu virüsün yeni tipte bir komünist akıma yol açabileceğini söylüyor. Fikirlerine çok değer verdiğimiz Hikmet Acun yoldaşımız ise Zizek’e kızıyor ve kapitalizmin dimdik ayakta olduğunu hatırlatıyor. Fakat bu hatırlatma Acun’a yetmemiş olacak ki komplo teorilerine benzer biçimde gripten daha az öldürücü olan bu virüsün çokça abartıldığını düşünüyor, hatta söyledikleri salgını küresel bir politik oyunun son halkası olarak nitelemeye kadar varıyor.

Bir salgın olur da Foucault ve biyoiktidar kavramı hatırlanmadan olur mu? Açığı Köstebek Kolektif’teki yazısında Rıza Ekinler fark ediyor ve doldurmaya çalışıyor. Biyoiktidarın üç farklı veçhesini anlatıyor. İlki cüzam tipi yani hastalıklı bireyleri topluca tecrit etme, onları tamamıyla uzaklaştırmaya dayanan yöntem, ikincisi ise veba tipi yani şehrin bütününün karantina altına alınması. Üçüncü ve son tipe örnek olarak çiçek hastalığını veriyor ve bu son tipi modern iktidar biçimi ile ilişkilendiriyor. Bu tipte devlet bütün yaşam alanlarına doğumdan itibaren müdahil oluyor ve sıkı bir denetim mekanizması kuruyor. Ekinler, Corona virüs salgınında bu üç iktidar biçiminin de devrede olabileceğini söylüyor. Yazarın bu ayrıntılı analizin sonunda ise içinde yaşadığımız ana dair önerdiği tek şey kolonyaları alıp evde oturmak!

Yine Türkçe’ye çevrilen tartışmalardan Agamben ve Nancy atışmasını okumak da keyif veriyor. Agamben uzun yıllardır olgunlaştırdığı egemenin istisna haline ihtiyaç duyduğu ve zaten istisna hali sayesinde normal düzenin işlerlik kazandığı şeklindeki tezleri için işte yeni bir örnek yakalıyor. Tıpkı hapishaneler ve toplama kampları gibi salgın da bir istisna hali ve egemenler de bu fırsatı kullanmaktan imtina etmiyorlar. Nancy ise Agamben’i bilim dışına düşmekle eleştiriyor.

Felsefeciler, sosyologlar ve politikacılar sosyal medyada virüse karşı sirkeli gargara mı yapmanın yoksa eldiven giymenin mi yararlı olacağını tartışan kalabalıklardan pek de farklı olmayan dağınıklıklarıyla göze çarpıyorlar. Bu dağınıklık ve birbirine zıt görünen düşünceler içinde saptanan ortak nokta her birinin geleceğe dair açıklama yapmaya niyetlenmesi, ana dair analizlerden uzak durmalarıdır.

Komünistler de mutlaka enfekte olacaktır

Ana dair olanlara “ideolojik yerelleşme” çerçevesinde komünist düşüncenin çıkarları açısından bakmayı deneyelim.

Kaynak: Komün Dergi (http://komundergi2.com/kucuk-burjuvazinin-corona-virusle-imtihani-vefa-pinar/)

Exit mobile version