Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Emrah Zıraman, gazetemize hükümetin mültecilere yönelik politikalarını Yeni Yaşam’dan Gülcan Dereli ile konuştu
İktidarın mültecilerin gönderilmesine yönelik arda arda yaptığı açıklamalara tepkiler gecikmedi. Mültecilerin dair yapılan açıklamaların iç politikada da kan kaybeden hükümetin yabancı düşmanlığını tetikleyerek, milliyetçi cepheden yeniden kazanım elde etme çabası olduğunu düşünülürken, hükümetin mültecileri bir kez daha Avrupa ülkelerine şantaj aracı olarak kullanmak istediği yorumlarına neden oldu.
Hükümetin Türkiye’deki mültecileri özellikle dış ilişkilerde mültecileri bir rehine olarak kullanarak pazarlık konusu yaptığının bilindiğine dikkat çeken sosyolog Zıraman, “AB’den para alma adına yapılan eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Kayseri Pazarlığı” bunun en net göstergesi” diye konuştu.
Avrupa’ya tehdit
Önce İstanbul Valiliği ve eş zamanlı Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ardından da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun mültecilerin gönderilmesine dair açıklamalarına da dikkat çeken sosyolog Zıraman, “21 Temmuz’da İçişleri bakanı Soylu’nun “kapıları açarsak AB’de hiç bir hükümet 6 ay dayanamaz” söyleminin ardından 22 Temmuz’da Dışişleri Bakanı Çavuşluğu AB ile yapılan “geri kabul anlaşması”nın askıya alındığını söyledi. Bu iki somut örnek hükümet için mültecilerin dış ilişkiler konusu yapılmasında bir değişiklik olmadığının göstergesi. Ancak 22 Temmuz’da İstanbul Valiliği’nin doğrudan Suriye’li mültecileri işaret eden açıklaması iç politika bağlamında durumun değiştiğini söyleyebilmemiz için yeterli bir kanıt” dedi.
Yeni hayatlar kurdular
Pek çok mültecinin hayatta kalma mücadelesi için İstanbul başta olmak üzere pek çok büyük şehre göç ettiğini hatırlatan sosyolog Zıraman, “Oralarda yeni hayatlar kurdu. Ama 22 Temmuz’daki İstanbul Valiliği açıklaması ile itibariyle hükümet mültecilerin ama özellikle de Suriyeli mültecilerin İstanbul’daki yaşam, barınma, sağlık, eğitim gibi temel haklarını alacaklarını ilan etti. Bu dehşet verici bir durumdur. 1 kişi bile olsa bunun önemi yok ama bahsedilen kişi sayısı 1000-10.000 değil, resmi sayı ile 547,479 insan” vurgusu yaptı.
20 Ağustos’tan sonra ne olacak sorusunu yönelten Zıraman, “Devlet kolluk eliyle sokaklarda, iş yerinde, evlerde Suriyeli mülteci avına mı çıkacak? Nefret söylemi, ırkçılık ve de saldırıların bu kadar attığı dönemde devletin resmi “vatandaşı” Suriyelileri devlete ihbar mı edecek, onlara kimlik kontrolü mü yapacak? Suriye’deki savaş sonucu Türkiye’ye gelen ve yıllar içinde burada yeni yaşamlar kurarak içimizde olan, artık bizimle birlikte yaşayan insanları devlet açıkça hedef göstermiştir. Bu kabul edilemez” dedi.
‘Kayseri Pazarlığı’nı AB açıkladı
Hükümetin mültecileri dış politikada şantaj olarak kullandığı kesin bir gerçeklik olduğuna vurgu yapan Emrah Zıraman, “Kayseri Pazarlığı” ile elde edilen paralarla ilgilidir. Bu paraların akıbetinin AB kurumları açıkladı. Ancak bugün mültecilerin dış politikada şantaj olarak kullanılmasının iki ayağı olduğunu söyleyebiliriz. Birinci ayağı yine AB’dir. AB ile olan ilişkilerde herhangi bir sıkışmada mülteciler masaya koz olarak çok rahat sürülmektedir. İkinci ayak ise doğrudan Suriye ile ilgilidir” ifadelerini kullandı.
Demografik oyun
Mültecilerin zorla Afrin ve İdlib’e gönderildiği ve bu bölgede özellikle demografik yapının değiştirilmesi hedeflendiği de iddialar arasında. Hükümetin bu hükümet çatışmaların azaldığı iddiasıyla Türkiye’deki Suriyeli mültecileri İblib gibi bazı bölgelere geri göndermeye çalıştıklarından haberdar olduklarını söyleyen sosyolog Emrah Zıraman, “Çatışmanın olmadığı ya da azaldığı iddia edilen bölgeler ise Suriye iç savaşında taraflardan en az birisinin hakim olduğu bölgelerdir” diye konuştu.
Suriye’den gerçekleşen mülteci akının sorumlularından birisinin de Türkiye olduğuna dikkat çeken Zıraman, “Çünkü Türkiye, Suriye iç savaşında taraftır ve bu taraflılığını da her fırsatta açıklamıştır. Ancak işin en önemli boyutu Türkiye, Suriye iç savasındaki taraflılığının yeri diplomasi alanı ile sınırlı değildir bizzat savaşın içinde olmasıdır. Suriye’deki savaşta kullanılan mermilerin, bombaların bir kısmı Türkiye’nin doğrudan sahip olduğu ve/veya desteklediği namlulardan çıkmaktadır. Şimdi hem Suriye’deki iç savaşın taraflarından birisi olacaksın hem de bu sorumluğunun yokmuş gibi davranıp savaştan kaçan mültecilere karşı nefret söyleminin üretilmesine olanak sağlayacaksın. Bu en hafif deyimle ikiyüzlülüktür” diye kaydetti.
Basit bir politika izlenmiyor
İstanbul Vailiği’nin 22 Temmuz tarihli basın açıklaması mültecilerin artık iç politika konusu olduğunun gösterdiğini dile getiren Emrah Zıraman, “Tam da burada muhalefete bir çift laf etmek de fayda var. Hükümetin, bizce olmayan, mülteci politikalarının ürettiği sorunlardan yola çıkarak hükümeti sıkıştırma derdine düşerken nefret söylemi ve ırkçılık konusunda hükümetle at başı giden tutumlar içinde daha sık bulunmaya başlamıştır. Muhalefetin görevi hükümetin mülteci politikalarında ortaya çıkan sorunları insani ve evrensel değerler ölçütünde düzeltmeye zorlamaktır. Nefret söylemi ve ırkçılığı katmerlendirmek değil. Ancak mülteciliğin iç politikada kullanılıyor olması basit bir seçim yenilgisi üzerinden ele alınamaz. Sorun çok daha kapsamlı ve derin. Türkiye son 5-6 yıldır birisi bitmeden diğerinin başladığı krizlerle yaşıyor. Ancak son bir yıla damgasını vuran ekonomik kriz. Ekonomik krizin öncelikli sorumlusu olarak hükümet ise buna dair sorumluluğu almak yerine dış güçlerden içerideki hainlere kadar herkesi ekonomik krizin sorumlusu ilan etti. Ancak son zamanlarda mültecilerde içinde ekonomik krizin nedeni algısı güçlü biçimde yükselmeye ve/veya yükseltilmeye başlandı. Kiraların yüksekliğinden, ücretlerin düşmesine kadar. Ancak biz biliyoruz ki kiraları mülteciler değil mülk sahipleri yükseltiyor; düşük ücretli ve güvencesiz işleri mülteciler değil patronlar mümkün kılıyor; gelir dağılımındaki adaletsizliği mülteciler değil hükümetler sağlıyor. Bu bağlamda son dönemde mültecilerin iç politikada kullanılmasının nedeni görünen olaylar üzerinden anlamaya çalışmak hata payını yükseltebilir. Bu nedenle iç içe geçmiş pek çok durumla birlikte alınması gerekir” diye vurguladı.
Gönüllü değil zorla
Mültecilerin zorla gönderilmesinin hukuki olmadığını dile getiren Fırat Haber Ajansı’ndan Roni Aram’a konuşan Avukat Abdülhalim Yılmaz, hükümetinin “gönüllü geri dönüş” adı altında Suriyelileri sınır dışı etmesinin insan haklarına aykırı. Zorla Suriye’ye gönderilip hayati tehlikeyle karşılaşanlar da oldu. Sınır dışı etme, ülkeden çıkarmak demektir. Geçici koruma veya uluslararası koruma kapsamındaki kişiler, hayatlarının ve özgürlüklerinin tehlike altında olacağı bir yere gönderilemez, sınır dışı edilemez. Hakkında sınır dışı etme kararı alınan kişinin mahkemeye başvurma ve itiraz etme hakkı vardır” diye konuştu. Mültecilerin zorla gönderildiğinin altını çizen HDP Göçmen ve Mülteci Komisyonu Sözcüsü Gülsüm Ağaoğlu’da “Uluslararası yasalar uyarınca yaşam tehlikesi yaşadıkları ülkeye geri dönmeye zorlanamayacakları yönünde maddeler bulunan mülteciler, ölüm tehdidine rağmen geri dönmeye zorlanmaktadır. Geri gönderilme kararı verilen mülteciler otobüslere doldurulmakta ve geri gönderme merkezlerine ve ardından da Cilvegözü sınır kapısı üzerinden, İdlib ya da Afrin’e geri gönderiliyor” dedi.
Soylu: Gitmese de göndereceğiz
Mültecilerin gönderileceğini söylemeye devam eden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, İstanbul’daki Suriyelileri boş kamplara gönderdiklerini belirterek, “İstanbul’da 12 Temmuz’dan bu yana 1000’i Suriyeli 6 bin 122 kaçak göçmen yakalandı. 2 bin 600’ü Afgan, bin civarı Suriyeli” dedi.
Kaynak: Yeni Yaşam
