Geçtiğimiz on yıl, radikal sağcı hükümet ve hareketlerin dünya çapında güçlendiği bir zaman dilimi olarak tarihe geçecek. Balkanlar’dan Güney Amerika’ya, dünyanın hemen her noktasında ırkçılık ve yabancı düşmanlığı yükselişte.

Başbakan Narendra Modi, 2014 seçimlerinden sonra annesi tarafından “kutsanıyor”Fotoğraf: Hindistan Başbakanlığı Ofisi/Wikimedia Commons(CC BY-SA 2.0)

Bu yazımda, Hindistan’daki Modi idaresinin neden dünya çapındaki en ciddi radikal hükümetlerden biri olduğunu, biraz da Erdoğan ile karşılaştırarak anlatacağım. Bunu takip eden bir yazıda da, son yılların en büyük halk ayaklanmasının Modi’ye nasıl geri adım attırdığını.

2014’te Hindistan’da iktidara gelen Modi Hükümeti, küresel sağ dalganın en sağlam görünen halkalarından. Modi’yi Bolsonaro ve Trump gibi bu dalganın bazı diğer maskotlarından ayıran özelliği, bir toplumsal hareket geçmişi olması. Mensup olduğu köklü örgüt, RSS (Milli Gönüllü Teşkilatı), ülke çapında yaygın. RSS, mahalle arasında dini eğitimden, yaz kamplarında dövüş sanatları ve silah talimatına, oradan hayır işlerine kadar birçok alanda etkin. İlk yıllarında korporatist bir kapitalizm algısına haiz olan RSS, Gandhi ve üçüncü dünyacı sosyalizm etkisi altında, sonradan antikapitalist bir söylem geliştirmişti. Elbette sağcı bir hareket olarak, Hinduların diğer tüm dini ve etnik gruplara karşı üstün olduğu bir ülke ve dünya kurgusundan hiç geri adım atmadı. Bu özellikleriyle RSS, Türkiye’nin sağdaki iki kitlesel geleneğini (Milli Görüş ve ülkücülük) harmanlayan bir yapıya sahipti.

Bir taban örgütü olan RSS’nin daha keskin dile getirebildiği antikapitalist ve ırkçı-faşizan eğilimler, bu teşkilatın siyasi uzantısı olan (bugünkü adıyla) BJP adlı partide hiçbir zaman aynı dozda dışa vurulmadı.

Özellikle 1990’lardan itibaren, piyasa reformları ve küreselleşmeden beslenen iş çevreleri, BJP’ye hakim olmaya başladı. Sonuç RSS’nin antikapitalist söylemleriyle sürtüşme oldu.

Modi böyle büyük bir geleneğin her kademesinde militan olarak çalışmış bir lider. Ancak hareketin iş çevrelerine yakın kanadından geliyor, antikapitalist ayağından değil. Uzun yıllar teşkilatçılıkla haşır neşir olduktan sonra, büyük bir eyalet olan Gujarat’ı yönetti Modi. Yerel yöneticilik geçmişi de var yani. En acımasız piyasa reformlarıyla birlikte, biraz da inşaat sektöründe bir patlama sayesinde, çalışan kesimlerin desteğini de aldı üstelik. Bir nevi Hindu Erdoğan.

Bu eyalet, 2002 yılında, yüzlerce Müslüman’ın katledildiği bir ayaklanmanın da yaşandığı yerdi. Çoğu gözlemci, katliamlardan RSS’yi ve o sırada Gujarat’ı yöneten Modi’yi sorumlu tutuyor hâlâ. Katliamı takip eden yıllarda Modi, ulusal kanallarda sık sık boy gösterip, ölümlerin asıl sorumlusunun Hinduları kışkırtan Müslümanlar olduğunu iddia etti.

İş çevreleri kadar bazı yoksul Hinduların da kahramanı haline gelen Modi, 2014’ten beri ulusal seçim zaferlerine imza atıyor. Tüm ülkeyi de Gujarat’ı yönettiği gibi yönetiyor şimdilik. Buraya kadar Erdoğan’la birçok paralellik sergilemiş olsa bile, BJP yönetimi (AKP’nin aksine) daha düz bir piyasa kapitalizmini yürürlüğe koydu. AKP (Geçen yazımda da değindiğim gibi) “sosyal” neoliberalizm uygulayarak Sünni-muhafazakar halk kesimlerinin desteğini perçinlemişti. Modi önderliğindeki BJP ise, Kongre partisinin uyguladığı benzer bir ekonomik pakete savaş açarak iktidara geldi. Yedi yıldır sosyal liberalizmin, sosyal kısmını aşındırmakla meşgul.

RSS buna rağmen Modi’ye (çoğunlukla) sadık kaldı. Burada yine Türkiye ile paralellik başlıyor. 2000’lerin özellikle başlarındaki neoliberal ve NATO’cu siyasetinden dolayı kaybettiği birçok Milli Görüşçü’yü, sonradan yoğunlaşan dini tedrisat hamleleriyle geri kazanmıştı AKP. Modi ise benzer bir denklemi baştan kurdu. Hükümetin din ve kültür politikasını tamamen RSS’ye bıraktı. Bu da RSS’nin neoliberal uygulamaları, yer yer dişlerini gıcırdatarak da olsa, görmezden gelmesini sağladı. İlk iki döneminde liberallerin desteğine dayanan Erdoğan böyle bir hesap yapamazdı tabii ki.

RSS nüfuzundaki Modi Hükümeti, Müslümanları hedef alan bir dizi yasa geçirdi. Müslümanlara karşı linç girişimleri de yaşandı. RSS’nin en büyük zaferlerinden biri ise, geçtiğimiz ağustos ayında vuku buldu. Müslüman düşmanlarının uzun süredir hedef almakta olduğu Babri Mescidi’nin arazisinde, bir Hindu tapınağı inşasına başlandı. Hükümetin bu “şov”unun, ideolojik ikizi AKP’nin Ayasofya “feth”i ile aynı günlere denk gelmesi, kaderin cilvesi.

Dolayısıyla, köklü bir hareketin ve teşkilatın üzerinde yükselen bir sağ idareden bahsediyoruz. Bolsonaro ve Trump gibi kaos ve memnuniyetsizlikten dolayı hasbelkader kendini dümende bulan acemi bir kaptandan değil.

Özellikle de bu sağlamlık görüntüsünden ötürü, Modi demokratik-diktasının iki hafta önce uğradığı yenilgi büyük önem arz ediyor. Bunu da başka bir yazıda anlatmak üzere…

Radikal sağa geri adım attıran halk ayaklanması

Büyük çiftçi yürüyüşünden kareler

Arşiv | Büyük çiftçi yürüyüşünden kareler | Fotoğraflar: twitter.com/SFI_CEC

Bir önceki yazımda, Hindistan’daki radikal sağcı Modi hükümetinin sağlam toplumsal dayanaklarını anlatmıştım. Bu basit bir diktatörlük değil, geniş kesimlerin militanlaşan desteğine sahip bir rejim. O yüzden -Hafiften Lenin’e göz kırparak- “demokratik-dikta” ifadesini kullanmıştım. Modi tarzı faşizan diktaları askeri diktatörlüklerden ve gelip geçici otoriter-sağcı hükümetlerden ayıran en büyük özellik,  (Başta kitle örgütlenmesi olmak üzere) radikal solun araçlarını çalıp, karşı-devrimci amaçlar için kullanmaları. Bu tarz demokratik diktaların, seçimle sessiz sedasız gitmesi çok zor. Dolayısıyla bir yıldır Hindistan’ı sallayan halk ayaklanması, ayrı bir öneme sahip. Hem Hindistan, hem de benzer demokratik-diktalar altındaki halklar için.

Modi hükümeti, 2020’de, çiftçileri büyük tarım şirketlerine feda eden yasalar tasarladı. Yasalar daha uygulamaya geçmeden, milyonlarca insanı sokağa sürükleyen bir halk ayaklanmasıyla karşılaştı. En nihayetinde Modi, 2021’in son haftalarında, yasalardan şimdilik vazgeçtiklerini açıkladı. Bu büyük bir zafer.

Fakat bu ayaklanma, içinde o kadar çelişki barındırıyor ki, Modi sonrası Hindistan’ın temel kurucu gücü haline gelmesi imkansız.

İlk çelişkiler yumağı, sınıfsal bileşenlerle ilgili. Ayaklanmanın başını (Ulusal ve uluslararası devlerle rekabet yüzünden gittikçe küçülen) büyük çiftçiler çekti. Bu aileler, aynı zamanda kast hiyerarşisinin de en tepelerinde. Ama en yoksulundan orta hallisine tüm kırsal kesim, Modi hükümeti ile militan şekilde savaştı gösteriler boyunca. Bu kesimlerin çıkarlarını savunan gruplar, ayaklanmanın farklı noktalarında büyük çiftçilerin örgütlenmeleri kadar ağırlık sahibi oldu.

Diğer iç çelişkiye gelelim. Ayaklanma, Hindistan’ı geri dönülemez şekilde zehirleyecek düzenlemelerin önüne set çekti gerçekten. Eğer yasalar uygulanmaya konsaydı, sadece çiftçileri değil, tüm doğal dengeleri yok edecek bir kimyasal akınına uğrayacaktı Hindistan kırsalı. Fakat ne yazık ki, on yıllardır devlet desteği ile sürdürülen (ve aslolarak üst kastlardan gelen çiftçileri zenginleştiren) tarımsal üretim de tamamen sürdürülemez teknolojiler üzerine bina edilmiş. Bunlar, “Yeşil Devrim” adıyla tanınan, pestisit -ve yapay gübre- bazlı teknikler. Başka bir deyişle, ayaklanma, kötünün daha kötüye gitmesini engellemiş oldu sadece.

Bahsedeceğim son çelişki, coğrafi. Çiftçilere devlet desteği, aslında sadece Punjab ve Uttar Pradesh gibi birkaç kuzey eyaletinde düzenli olarak sağlanıyor. Zaten protestoların başını da bu eyaletler çekti. Ancak diğer eyaletlerden de çok yüksek katılım vardı. Bunun nedeni, devletin neredeyse elli yıldır güneydeki eyaletlerde de aynı korumacı politikaları hayata geçireceğini söz veriyor olması. Bu ertelenen rüyanın, şimdi BJP hükümeti tarafından tamamen çöpe atılması, kırsal kesimi toptan ayaklanmaya itti.

Tüm bu iç çelişkilere rağmen, sonuç kayda değer. Bugüne kadar programlarından zırnık ödün vermeyen Modi, 2021’in sonunda reform yasalarını rafa kaldırdığını ilan etti. Çiftçilerin yasaları “anlayamaması”nın müsebbibi olarak muhalefet partilerini gösterdi tabii. (Tanıdık geliyor mu?) Çekiliş biçimi, yasaları biraz parlatıp tekrar öne süreceği şüphesini yaratıyor. Ayaklanma sona ermiş gibi görünüyor şimdilik, ancak kırsal kesim mücadelenin henüz bitmediğinin farkında.

Ulusal dengelerin ötesinde, dünya tarihi açısından önemli bu ayaklanma. Bir türlü içinden çıkamadığımız neoliberal kabustan yavaş yavaş uyanıyoruz. Ancak “alternatif”ler daha çok radikal sağda kümelenmiş durumda. Bunlardan Polonya gibi bazıları neoliberalizmi törpülerken, Modi hükümetine benzer bir dizi başka hükümet neoliberalizmi iyice derinleştiriyor. Ve bu çöküş esnasında neoliberal merkeze de radikal sağa da karşı yığınla halk ayaklanmasına şahit oluyoruz. Occupy Wall Street, Gezi gibi ayaklanmalar, daha çok kent, gençlik ve orta sınıf damgası taşıyor. Tunus’taki 2010-2011 ayaklanmasında -işçi sınıfının ve kırsal kesimlerin ağır damgasını taşıyan- daha geniş bir koalisyon gördük. Ancak bu tarz bir koalisyon, Arap Baharı’nın diğer ülkelerine yayılamadı. 2011-2013 boyunca, işçi ve orta sınıf ayaklanmalarının birbirine paralel yürüyüp, bir türlü birleşemediği Mısır bunun en acı örneği.

Hindistan’daki ayaklanma, çok farkedilmese de bu bitmemiş dalganın bir parçası. Bu sefer moment kırsaldan geliyor. Çünkü piyasanın daha da derinleşmesi, Hindistan köylüsü ve çiftçisi için sadece yıkım değil, yavaş bir ölüm anlamını taşıyor artık. Ne yazık ki yine yukarıdaki örnekler gibi, bu ayaklanma da tek bir ülkeye dahi neoliberalizmden çıkış yolunu gösteremiyor.

Fakat güzel tarafı, daha çok örneklerini göreceğimiz radikal sağ demokratik-diktalara diz çöktürmenin mümkün olduğunu ıspatlıyor.

İnsanlık olarak sancılı bir çöküş sürecindeyiz. Bu tür ayaklanmaları, sınırlarını ve açtıkları yeni ufukları takip etmeye devam…

Kaynak: EVRENSEL

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…