“Nereye gidiyorsun
Çantanda beyaz kefenin
Nereye?
…
Bir yerden başka bir yere,
Bir şehirden başka bir şehre,
Bir mahalleden başka bir mahalleye
Ve kendine soruyor
Acaba,
Ölümden sonra pasaport var mı?”
(Alışmak)
Şair Ahmed Jundî, küçük bir Suriye kenti olan Amudê’nin Kürtlerinden. Suriye savaşı başlayınca iki çocuğu ve eşi ile birlikte Türkiye’ye sığınıyor. 6 yıldır İzmir’de yaşıyor.
Rejimin hapishanelerinde başlıyor hikayesi, devamla da IŞİD zulmü. “Daha ne olduğunu anlamadan İzmir’de buldum kendimi” diyor.
Jundî’nin şiir kitabı “Belirsizlik” 2018 yılında gurbette, Türkiye’de basılıyor.
Kitap, her birinden 3’er tane olmak üzere; barış, vatan, mültecilik, unutmamak ve biri de IŞİD üzerine toplam 16 şiirden oluşuyor.
Kitapta yer alan şiirlerin tamamını Türkiye’de yazdığını söyleyen Jundî, bir anlamda ‘mülteci edebiyatı’ yaptığını ifade ediyor.
“Şiirlerimde daha çok insanlık durumunu sorguluyorum. Örneğin insanlar neden savaşıyor?” diye soran Jundî, “Şiir benim sıkıntılarımı dışa vurduğum bir alet. Keder, korku, özlem… bunları yazıyorum. içimde ki, yüreğimdeki her şey şiir sayesinde dışa taşıyor” diyor.
Jundî, “Talihsiz hikayem, hikayemiz…” diyerek başlıyor konuşmaya.
19 yaşında Halep’e hukuk okumak için giden Jundî, bir yandan okul okuyup bir yandan da geçinebilmek için çeşitli işlerde çalıştığını söylüyor.
2004 yılında Kamışlo ve Deyr ez-Zor kentlerinin futbol takımları arasında oynanan bir maç sonrası okulu bırakmak zorunda kaldığını söyleyen Jundî, bu maç sonrasında gelişen olaylarla birlikte hayatının da tamamen değiştiğini belirtiyor.
“Bu protesto gösterileri üzerine rejim, ‘Kürtler devleti bölmeye çalışıyor’ diyerek Kürtlere saldırdı” diyen Jundî, “Bence bu olay o gün aydınlatılsaydı ne IŞİD olacaktı ne de bu kadar zulüm. Hikaye buradan başladı, desem haksız sayılmam” diye devam ediyor.
Savaş başlamadan önce rejime, ‘Biz Suriye halkıyız ve bu vahşi rejimi istemiyoruz’ dediklerini aktaran Jundî, 6 aydan daha fazla silahsız, şiddetsiz yürüyüşler yaptıklarını söylüyor ve ekliyor: “Bu protestolarımız sırasında çok kısa da olsa özgürlüğün kokusunu aldım, havasını soludum.”
“Suriye’nin parçalanması hiçbirimiz için iyi olmaz. Birbirimizin haklarına saygı duymalıyız” ifadelerini kullanan Jundî, “Biliyorum, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ama uzlaşmalıyız. Suriye halkları bu savaşın bedelini ödedi. İsteğim bu savaşa sebep olanlar da bunun bedelini ödesin” diyor.
Türkiye’ye alıştıklarını söylüyor Jundî. “Benim zanaatım var, grafikerim. Talep gören bir meslek, dünyanın her yerinde iş bulabilirim. Geçinebiliyoruz. Çocuklarım okula gidiyor. Bir ev kiraladım. Bu anlamda iyi gidiyor” diye anlatıyor, ardı sıra gelen sorularla.
Bir anda gözleri yaşaran Jundî, öfkeli bir tonda “Suriye dünya haritasından silindi. İçim acıyor” deyiveriyor.
Jundi, “Kızım 7 yaşında. Dün yanıma geldi bana ‘Baba ben Amudê’yi özledim’ dedi. Kızım Amudê’den çıktığında 1 yaşındaydı. Hatırlaması imkansız. İnsan hatırlamadığı yeri özler mi? Belki de özlüyordur, bilemiyorum” diye ekliyor.
Savaşın ve yaşadıklarının şiirlerini de etkilediğini söylüyor Jundî.
Savaş öncesindeki şiirleri güzellik ve aşk üzerineymiş ama savaştan sonra aşka, sevgiye dair şiirler yazamamaya başlamış: “Elim varmıyor. Sevgilerim tutuklandı adeta. Eşim yani sevdiğim kadın yanımda ama aşkı, sevgiyi Suriye’de enkazın altında bıraktım.”
Savaş öncesinde yazdığı şiirleri yanına alamadan Türkiye’ye geldiğini anlatıyor: “Silahlı çatışmalar başlayınca birkaç ay içinde ortalık durulur ve tekrar Halep’e döneriz diye düşünüp Amudê’ye babamın evine gittik. 6 yıl önce birkaç aylığına terk ettiğim evime bir daha dönemedim.”
Şiirlerinde sıklıkla vatan ve mülteci kavramlarını kullanan yazar, bu durumu da şöyle açıklıyor: “Mültecilik yoksunluktur. Rahatsız eden dikendir. Vatan, vatan özlemi ise en ağırı. Annen ne kadar uzağına düşerse düşsün, sana ne kadar kızarsa kızsın, sana ne kadar haksızlık ederse etsin yine de seversin. Neden sevdiğini bilmezsin, sadece seversin. Vatan annendir.”
Çok fazla roman ve şiir okuduğunu söylen Jundî, kendini en çok etkileyenlerin Filistinli şair Mahmud Derviş ve Rus yazar Dostoyevski olduğunu belirtiyor.
“Dostoyevski insanın karanlık yönünü önümüze seren bir yazar. Dostoyevski IŞİD’i görse ne derdi? Bu saf kötülük karşısında şaşırır mıydı?” soruları geliyor akıllara.
“Dostoyevski insanın iç dünyasının da içinde dolaşan bir yazar. Oraları çok iyi tanıyor” diyen Jundî, devamla “Yeryüzüne, insan kadar vahşi bir canlı ayak basmadı. İnsanın yapacağı kötülüğün sınırsızlığını gösterdi bizlere. Dinozor, karnı doyduktan sonra bir köşede yatarmış. İnsan öyle mi? Yeryüzü insanı doyuramadı. İşte Dostoyevski bu vahşiliği anlatıyor. Ne derdi bilemiyorum ama IŞİD bütün Dünya’yı şaşırttı” diyor.
Şiirlerini ve hikayelerini Arapça yazdığını, bunun nedenine dair tam bir cevabının olmadığını da sözlerine ekleyen Jundî, bunun nedenini ise şöyle anlatıyor:
Jundî, “Nasıl söyleyeyim bir çok insan bana sitem de bulunuyor. Kürtçe’de yazmıyorsun da Arapça yazıyorsun diye. Dil, bir milletin mülkü değildir. Dil, herkesindir. Eşit ve adil bir dünya düşünün işte o dünya da tüm diller herkesin dili olacaktır” diye noktalıyor sözlerini.
Kaynak: KARINCA
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()