Özgür Denizli

Nurgül Çomak: Ağacın gücüne, büyüsüne ve her birinin ayrı bir öyküsü olduğuna inanırım

“Ağacın gücüne, büyüsüne ve her birinin ayrı bir öyküsü olduğuna inanırım. Onun ham halinden vücuda geldiği ana kadar olan zaman diliminde, öyküsünün bir parçası olduğumu bilmek özel bir anlam taşır benim için. Sesiyle, yeni haliyle farklı coğrafyalarda, farklı ellerde, kalpleri etkileyip varlığını sürdürebilmesi benim için mutluluk kaynağı.”

Röportaj: Metin Batur

Uzun yıllar önce, üç yıl kadar Diyarbakır Güzel Sanatlar Lisesinde keman öğretmeni olarak kaldım, daha sonra İstanbul Güzel Sanatlar Lisesi. Orada okulun demirbaşı olan hiçbir sazın revize edilmediğini gördüm. Kendi çabalarımla burgu, eşik, can direği sabitleme gibi büyük cesaret gerektiren şeyler yapmaya çalıştım. Aksi taktirde öğrencilerim enstrümansız kalacaklardı. Hatta daha sonra kendi kemanımı dönüşümlü olarak çalışmaları için öğrencilerime vermek zorunda kalmıştım. Sonra sizin de çok büyük katkılarınız oldu o okullara.

Müzik tarihinin, enstrüman yapımı ve kullanımının insanlığın evrimi kadar eski olduğunu düşünürüm. Bu konu ile ilgili siz ne söylersiniz? Ve bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Neden bu meslek?

                      Nurgül Çomak

Müzik bir ifade biçimidir. İlk yaşayan insanların kulakları, sesleri ve hayatlarında sevgi, öfke, yas, inanç, çalışma, doğa güneş, ay ışığı, orman, dağ, deniz, fırtına ve gökkuşağı olduğunu düşünürsek, bu tez kaçınılmaz haklı çıkmaktadır. Çünkü sevgilerini, üzüntülerini, inançlarını dışa vururken farkında olmadan ilkel müziğin doğuşuna neden olmuşlardır.

Tarih öncesi dönemlerde ilkel insanların ürettiği çalgıları ise müzik yapma bilinciyle değil, büyü için kullandığı söylenir. Bu yüzden ‘müzik’ şarkı söylemekle başlamıştır diyebiliriz. Ezginin doğuşuna kadar iki karşıt anlatım yolu vardı. Biri sözlerin egemen olduğu ‘logogenik müzik’, diğeri ise duyguların başıboş bırakılmasıyla ortaya çıkan minimal sözlü ‘pathogenik müzik’.

Bana gelecek olursak? ne mutlu bana ki; ben 1979’un bir İstanbul sabahında müzikle iç içe bir ailede dünyaya geldim. İlk, orta ve lise yıllarında da hayatımda hep müzik oldu. Aynı zamanda el becerimin de farkında olup ahşaptan kendi oyuncaklarımı kendim yapmaya, kendi kıyafet ve takılarımı tasarlayıp yapmaya başladım. Gitar, piyano, bağlama, mandolin gibi sazları çalabiliyordum ancak gönlümü kemana kaptırmıştım. 1996’da abimin ve müzik öğretmenimin yönlendirmesiyle Müjdat Gezen Sanat Merkezi Müzik Bölümünde okumaya başladım. Yarışmalarda dereceler almaya, televizyon programlarında, albümlerde, radyo reklamlarında ve çeşitli yardım etkinliklerinde şarkı söylemeye başladım. Bu arada İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuarında okumayı planlarken, tesadüfen aynı okulda yaylı sazlar yapabileceğim bir bölümün olduğunu öğrendim. Bu benim için önemli bir şeydi çünkü sevdiğim bir sazı hem çalabilecek hem de yapabilecektim. Türkiye’de her ne kadar erkek mesleği olarak görülse de bu iş bana çok çekici, sıra dışı ve keyifli gelmişti.

Bir ağaca dokunmak, onu işlemek ondan zarif bir enstrüman ortaya çıkarmak, ses elde etmek ve sonunda dünyanın birçok yerinde binlerce belki milyonlarca kulağa, gönüle ulaştığını ve hatta benden sonra bile yüzlerce yıl yaşayacak olmasını bilmek beni çok heyecanlandırmıştı. Bu sebeple tereddütsüz bu bölümde okumaya karar verdim. Her iki okuldan da çok değerli hocalardan dersler aldım ve başarıyla mezun oldum. Atölye kurup keman, viyola ve viyolonsel yapmaya devam ederken bir yandan da kendimi geliştirme çabası içindeydim.

İngiltere, İtalya, Fransa, Almanya, Hollanda, İspanya, Belçika gibi birçok ülkelere gittim, fuarlara katılıp, atölyeler ziyaret ettim. Farklı yapım teknikleri öğrendim. Avrupalı birçok lutiyenin kişisel deneyimlerinden faydalandım. Bunları akıl süzgecimden geçirerek kendi mesleki hayatıma kattım. Atölyemde mini workshoplar düzenledim ve bir iki öğrenci yetiştirdim. Çok özel ve güzel bir mesleğim olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden birçok belgesel, gazete ve dergiye konu oldum.  1999’dan beri İstanbul’da kendi atölyemde keman, viyola, viyolonsel yapımı, bakımı ve restorasyonu ile ilgileniyorum.

Bize kısaca kemanın evrimsel sürecini anlatır mısınız? Tarihte ya da günümüzde örnek aldığınız lutiyeler var mı?

Elbette? keman yaylı çalgılar ailesinin en zarif ve en küçük üyesidir. Bazı kaynaklar orta çağda ‘Fidele, Lira da breci, Viol’un kemanın atası sayılabileceğini savunur. Bir diğer kaynaksa kemençenin ve rebabın olduğunu söyler.

Bilinen gerçek kemanın zaman içerisinde birçok değişime uğramış olması ve ilk kez 16. YY’da İtalya’da karşımıza çıkmasıdır. Gaspara da Salo, Andrea Amati ve Maggini’nin ellerinde ideal biçimine kavuşmuş olmasıdır.

Müziğim gelişimi, keman virtüözlerinin ve büyük oditoryumlarının ortaya çıkışıyla beraber gelişimine devam etmiş 17-18. YY’larda Stradivarius ve Guarneri ile birlikte bugünkü ideal biçimine kavuşmuştur.

Sanırım birçok lutiye gibi benim de en çok örnek aldığım isimler A.Stradivarius ve Guarneri’dir. Bunların dışında Maggini, Bergonzi, Guadagnini ve Ornati bulunuyor.

Günümüzdeki isimlerden atölyelerini ziyaret edip zaman geçirdiğim Stefanno Conia, biraz Edgar Rus, ama işçiliğini, hassasiyetini ve kemanlarını çok beğendiğim Davide Sora var. Sanırım en iyi yaylı sazlar expertizi Charles Beare, en tanınmış restorer ise Florian Leonhard.

 

     

  Stefanno Conia ile                                                        Edgar Rus ile

Yaptığınız ya da restore ettiğiniz enstrümanlar hangi eğitim kurumlarında, eğitimcilerde ve sanatçılarda can buldu? Söz eder misiniz?

          Ruşen Güneş ve Nurgül Çomak

Skala çok geniş aslında. Türkiye’deki solistler, orkestrada çalanlar, birçok ildeki konservatuar öğretmenleri ve öğrencileri. Bunların arasından birkaç isim verecek olursam çok değerli sevgili Ruşen GÜNEŞ, Gonca ÇELİKER BİLGET, Erman TURKİLİ, Metin BATUR, Serdar ERKMENİŞ gibi sanatçılar var. Aynı zamanda İngiltere, Japonya, Hollanda, Almanya, Fransa gibi ülkelerde de enstrümanlarım çalınmakta.

Bir kemanın mükemmel olması için eminim bir dolu etken vardır. Bize en temel olanlarından bahseder misiniz?

Mükemmel bir enstrümana ulaşmanın en temel ve değişmeyen tek gerçekliği kaliteli kuru ve doğru ağaç seçimidir. Bu ağacın kesim zamanı, biçimi, damar yapısı, coğrafi konumu, doğal kurutma ve ham haldeki tınısı ile ilgilidir. Matematiksel ve fiziksel hesaplamaların dışında gerisi deneyimli bir lutiyeye ve sihirli parmaklara kalıyor. ? Her aşamada milimetrenin onda bir hassasiyetinde çalışıyoruz. Diğer birçok meslekte olduğu gibi lutiyelikte de hiçbir zaman ‘ben oldum’ dememeli. Bu, gelişime ket vuran zehirli bir düşünce biçimidir. Stradivarius bile 16 yaşında bu işe başlamış olmasına rağmen ‘en iyi sazlarımı 60 yaşından sonra yapmaya başladım’ demiş. Elbette ki o zamanki koşullarının zorluğu ile şimdiki koşullar karşılaştırılamaz. Şimdi bir tıkla istediğimiz bilgiye, veriye, ürüne ulaşabiliyoruz. Kendini bir alan üzerinde geliştirmek çok daha kolay. Birçok makina var işi hızlandıran ancak ben kullanmayı pek tercih etmiyorum. Geleneksel yöntemlerle yapmaya gayret gösteriyorum, tınısına ve ruhuna daha büyük katkısı olabileceğini düşünüyorum.

Gözlemlerim, dünyanın bazı ülkelerinde enstrümanlara ulaşmak ekonomik anlamda çok zorlaşıyor, neden? Kullanılan malzemeler, harcanan emek, zorluklar, aşamalar ve zamandan söz eder misiniz?

Evet, özellikle ekonomisi güçlü olmayan bizim gibi ülkelerde gerçek kalitede el yapımı saz almak hiç kolay değil. Keman ailesi sazları batı kökenli oldukları için bu işin kalbi de yaklaşık 400 yıldır Avrupa’da atıyor. Yani bütün malzemeler (ağaçlar, aparatlar, cilaların ham maddeleri, el aletleri, teller) orada bulunuyor ya da oradan geliyor. Dolayısıyla onlara ulaşmak için çok ciddi rakamlar ödemek zorunda kalıyoruz. Bir çarpı yedi, gün geçtikçe artmaya devam eden bir rakam bu. Bunun üzerine enstrümanda minimum 6 aylık bir emek olduğunu düşünürsek Türkiye alım standardının üzerine çıkıyor maalesef.

Şöyle bir durum söz konusu aslında. Ben bütün malzemelerimi Avrupalı diğer lutiyelerin aldığı yerden alıyor olmama ve yine batı standardında ve kalitesinde enstrümanlar ortaya çıkarıyor olmama rağmen, Avrupa satış rakamının dörtte bir fiyatına vermeye çalışıyorum burada, emeğimden kısarak. Çünkü bu işi seviyorum ve başarılı yetenekli insanlara yardımım dokunsun istiyorum. Hatta bazı zamanlar, çok başarılı bulduğum öğrencilere keman hediye etmişliğim bile vardır.

Zorluklarından bahsedecek olursak, eğitim ya da araştırmayla değil zamanla kazanılmış deneyimler ile öğrenilen birçok şey vardır. Lutiyelik mesleği, içerisinde birçok farklı alanı barındırıyor. Ağaçları çok iyi tanımak, kaba işlerde makine bilgisini, proje çiziminde teknik resmi, ton arayışında müziği, hesaplamalarda matematik ve fiziği, cilada kimyayı bilmek gerekiyor. El aletlerinin kullanımı ve işlevselliklerini sürdürebilmeleri için bileme ve bakım işlerinden anlamak gerekiyor.

Keman ve ailesi sazların layıkıyla yapımı ortalama 6-12 ay sürer. 1-2 ayda çıkarıyorum diyenler var, çok fazla makina kullandıkları için, ben onları el yapımı olarak görmüyorum.

Keman yapım aşamalarını anlatmaya kalksam saatler sürebilir sanırım. Bu yüzden hızlı, kronolojik sıralama ile bazı şeyleri eleyerek anlatmaya çalışacağım..

Keman akçaağaç, ladin ve abanoz birleşiminden meydana gelir. Ağaçların kaba şekliyle hazır olduğunu düşünürsek. İlk önce örnek aldığımız projeden kalıp ve şablonları çıkarıyoruz. Önce iç veya dış kalıp hazırlanır, takozlar yerleştirilip forma getirilir. Ölçüsüne getirdiğimiz yanlıkları özel bir ütü yardımıyla kalıbın etrafına döneriz ve yapıştırırız. İskelet hazır olduktan sonra mukavemet çitalarını yapıştırırız. Bütün bu işlemlerde organik ‘boncuk tutkal’ kullanılır.

Daha sonra arka kapak geçici olarak yanlıklara monte edilir ve kaba şekli kıl testeresi ile kesilir, şablonlar eşliğinde oluklu iskarpelalarla bombesi verilmeye başlanır. Kenar kısımları 4,2 – 5 mm kadar düşürülür ve minik bir iskarpela ile fileto kanalları açılır, gömülerek yapıştırılır. Dış bombe tamamen bittikten sonra en hassas konulardan birine geçilir; iç ölçülendirme. Milimetrenin onda bir hassasiyetinde ölçüm yapan aleti kullanarak ‘kurfa’ ya da daire sistemi ile iç ölçülendirme yapılır. Bu işlemde oluklu iskarpelalar, parmak rendeleri ve ‘sistre’ kullanılır. Arka kapak iskelete monte edilebilir. Aynı işlemler ladinde de yapılır ancak bu ses kapağı olduğu için ekstra birkaç işlem daha yapılır. ‘F’ deliklerinin konumu belirlenip kıl testeresi ve ince bıçaklarla açılır.

Daha sonra ses karakterini büyük oranda etkileyen, kapağa en uygun ladin ağacıyla bas çıtasının konumu belirlenir, yapıştırılır ve ölçüsünde şekillendirilir. Kenar bordürleri verildikten sonra hassas biçimde yanlıklarla birleştirilir. Ses kutumuz hazırdır, geriye sap ve tuşe yapımı kalır. Bu da oldukça hassasiyet gerektiren uzun soluklu bir bölümdür. Dikdörtgen bir akçaağaçtan şablon yardımıyla kabaca sap bölümü çıkarılır ve kademe kademe salyangoz işlenir. Burgu delikleri ve burguluk kısmı açılır. Tuşe ya da klavye dediğimiz abanozdan olan parçayı işledikten sonra sapa yapıştırırız. Tüm işlemler bittikten sonra gövde ile sapı birleştirebiliriz. En son temizlik, zemin ve cila işlemi kalıyor. Bu işlem hassas bir işçilikle bazen aylar sürebiliyor. Bu sebeple başlı başına bir tez konusu olabilir. Belki bir sonraki sohbetimizde anlatabilirim. ? Ama şunu kısaca söyleyebilirim, iki tip organik cila kullanılıyor. Biri yağlı cila diğeri ise alkolde eriyen gomalak cila.

Viyolonsel, viyola ve keman yapıyorsunuz. Her aşamada sizde ne gibi duygular yaratıyor? Enstrüman sizden ayrıldıktan sonra neler hissediyorsunuz?

Çok güzel bir soru bu? yaklaşık 20 yıldır bu işi yapıyorum ve hala ilk günkü heyecanla başlıyorum yeni bir enstrümana. Ağaçların gücüne, büyüsüne inanırım çünkü ve bir ağacın öyküsü olmak çok özel bir anlam taşır benim için.  Bir enstrüman üzerinde harcadığım zaman o kadar uzun ki ister istemez bir bağ kuruyorum. Adım adım aşamalarını yazıp fotoğraflarını çekiyorum. Her birinin farklı bir ismi, farklı bir öyküsü oluyor. Bu işe ilk başladığım yıllarda enstrümanlarımla öyle bir bağ kuruyordum ki onlardan ayrılmamak için elimden geleni yapıyordum. Hatta ilk sazım, bir yabancıya, çok uzağa Fransa’ya gittiğinde ağladığımı hatırlıyorum, bir daha göremeyeceğim diye.  Sonraları insan seçmeye başladım, çocuğum olarak gördüğüm bir şeyi teslim edeceğim kişi önemliydi benim için. Daha sonra ise enstrümanlarıma sahip olup, icra eden değerli kişilerden o kadar güzel geri dönütler almaya başladım ki bu hislerin benim başka duygusal yönlerimi doyurduğunu fark ettim, daha fazla motive oldum. Bir de onları konser salonlarında izlemeye gittiğim zaman çok özel bir heyecan ve mutluluk hissediyorum.

 

Atölye kurmak çok zahmetli bir iş. Atölyenize her girdiğinizde ve ayrıldığınızda neler hissedersiniz?

Atölyemin enerjisini çok seviyorum. Bu salt benim düşüncem değil, gelen kişiler de çok huzurlu bir ortam olduğunu söylüyorlar. Elbette kendinize ait bir alan inşa etmek, her bir karesinde emeğinizin olduğunu bilmek, üretim yapabiliyor ve insanlara faydalı olduğunuzu biliyor olmak gerçek anlamda mutluluk veren bir şey. İşimi seviyor olduğum için her sabah büyük bir keyifle açıyorum atölyemi.

Çoğu zaman çalışırken zamanı unutuyorum. Bir sonraki aşamaya geçecek olmanın heyecanı da hiç bitmedi mesela. Bir ağacı işlemenin bana çok iyi geldiğini hissettiğim için ona emek verip işlerken aynı pozitif hislerle dokunurum ve benim de ona iyi geldiğimi düşünürüm. Bu yüzden her bir enstrümanımda bir parça ruhum olduğuna inanırım. Belki gülünç olacak ama bazen konuşurum onlarla, kapıyı kapattığım soğuk günlerde, üşürler mi diye düşünürüm. Sanırım insanın sevdiği işi yapması kadar lüks bir şey yok bu hayatta.

 

 

Nurgül Çomak ile iletişim için sosyal medya hesapları;

kemanyapimcisi@gmail.com

www.kemanyapimcisi.com

Instagram; Luthier Nurgul

Facebook; Luthier Nurgül Çomak

Youtube; Nurgul Comak Luthier

Exit mobile version