Öncelikle mektup, avukatlar beklenmeden iktidar tarafından Munzur Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Doç. Dr. Ali Kemal Özcan’a açıklatıldı. Özcan’ın hangi sıfat ve görevle Öcalan’la görüştüğü şimdilik belirsiz. Tek başına açıklama yapması iktidarın yaşadığı sıkışmışlıktan dolayı aklıselimi kaybettiğini gösterdiği gibi işin ciddiyetinden de çok uzak olduğunun işareti. Yine de böylesi önemli bir gelişme karşısında bir detay olduğundan geçelim.
Öncelikle Öcalan’ın açıklamasının herkes tarafından soğukkanlılıkla ve paniğe, heyecana kapılmadan okunması gerekir. Açıklamayla Öcalan ve devlet arasında bir görüşme trafiğinin olduğunu biliyoruz artık. Görüşmelerden yansıyan mesajlara bakıldığında Öcalan’ın pozisyonu ve yaklaşımı da gayet açık. Buna karşı Erdoğan’ın ya da başka bir ifadeyle devletin konumu ise muğlak. Bu bağlamda ilk elden bakılması gereken, açıklamanın AKP tarafından İstanbul seçimleri için kullanacağı taktiksel bir hamle mi, yoksa seçimleri aşan Türkiye’nin iç ve dış politikasına da yansımaları olacak yeni bir sürecin belirtisi mi?
Sorunun cevabı zor olmakla birlikte sanırım bunu kısmen de olsa anlamanın en iyi yolu Öcalan’ın son dört görüşmede ifade ettiklerinin bütünlüklü değerlendirmesinden geçiyor. Erdoğan’ın oldukça pragmatik bir siyaset tarzının olduğu biliniyor. Ancak devletle otuz yılı aşkın bir süredir çok sayıda başbakan ve cumhurbaşkanıyla muhatap olmuş olan Öcalan’ın da devletle yapılan görüşmelerde oldukça deneyimli olduğunu unutmamak gerekir.
Erdoğan iç siyasette ve dış politikada oldukça sıkıştığı bir süreçten geçiyor. Siyaset tarzı, söylemi ve hikayesi tükenmiş durumda. Büyük ihtimalle 23 Haziran akşamı çıkacak sonuçlarla birkaç ay içinde ikinci yenilgisini yaşayacak. İstanbul’a atfettiği önem biliniyor. Kenti kazanma ya da kaybetmeyi iktidarı kaybetme veya elde tutmak olarak gördüğünü kendisi ifade etti. Bu tespitin gerçeklik payı var. Ancak bu İstanbul seçiminden ziyade Erdoğan’ın baş aşağı giden siyasetiyle alakalı. Kendisini kurtaracak olan şeyin İstanbul’u kazanmak değil yürüttüğü siyasetten vazgeçmek olduğunun farkında değil.
Bu sıkışmışlık içinde Erdoğan’ın Öcalan’ın kapısını çaldığı görülüyor. Öcalan’ın nüfuzunu seçim için kullanılmak istendiği de kesin. Ancak sadece amaç buysa şimdiden hem kendine hem de ülkeye büyük yazık ettiğini belirtelim. Erdoğan’ın son birkaç yıllık ortaklık ve politikalarına bakıldığında ‘sadece İstanbul seçimi’ için kullanma risk var mı? Kesinlikle var. Pragmatik siyaset tarzına da gayet uygun. Erdoğan’ın söylemlerine bakarak en azından kısa sürede Öcalan’la yapılan görüşmelerin parametreleri, kapsamı ve amacından emin ve haberdar olmamız mümkün değil.
Peki mevcut iktidarın Öcalan’la görüşmeleri yeni bir çözüm süreci için kullanma ihtimali var mı? Yani Erdoğan’ın iç ve dış politikada değişikliğe gideceğine ve demokrasiye döneceğine dair bir niyeti olabilir mi? Söylemlerine bakıldığında iyiye yorumlanacak, umut var olacak herhangi bir emare görülmüyor. Seçim öncesi mevcut ortaklarını küstürmemek uğruna renk vermemeye çalıştığını düşünülebilir ancak Erdoğan’ın mektuba yönelik değerlendirmesi önemli ipuçları veriyor. Erdoğan meseleyi Öcalan ve Kandil ve HDP arasında bir iktidar savaşı olarak değerlendiriyor. Bu bakış açısından Kürt meselesi gibi ciddi bir konu başta olmak üzere ülke sorunlarına çözüm üretecek bir yaklaşım, politika değişikliği ve perspektif çıkmayacağını varsayabiliriz. Meseleye İstanbul seçimleri üzerinden baktığı yaklaşımı daha belirgin.
Fotoğrafı anlamak için bakılacak ikinci referans ise Öcalan’ın pozisyonudur. Açlık grevleri ve ölüm orucu eylemi sonrası yapılan dört görüşmenin tamamı yenilenen İstanbul seçimlerine denk geldi. Öcalan daha önceki süreçleri de gözeterek özellikle kendisiyle yapılan son görüşmelerin yeni bir çözüm süreci anlamına gelmediği uyarısını yaptı. Öte yandan zayıf ihtimal verse de böyle bir gelişmeye de kapıyı kapatmadı. Seçim dahil dar, güncel konulara girmekten ısrarla sakındığını basına yansıyan mektuplarında görmek mümkün.
Seçim bağlamında yorumlanacak tek değerlendirmesi ilk görüşmede sarf ettiği, “30-40 gün sonra her şey daha net görülecektir” cümlesidir. Zira belirtilen süre yenilenen seçim sonrasına tekabül ediyordu. Bu cümleden Öcalan’ın devletten taraf kendisiyle yapılan görüşmelerin İstanbul seçimleri için kullanma ihtimalinden şüphelendiğini anlıyoruz. Bunun için temkinli bir dil ve duruş var. İlk görüşmeden itibaren neredeyse iki aya yakın süre geçti ve Öcalan’dan seçimlere ilişkin bir açıklama gelmedi. Başka bir ifadeyle kendisiyle yapılan görüşmelerin iktidar tarafından seçim için kullanılmasına izin vermedi. Dolayısıyla Öcalan’ın İstanbul seçimlerine mesafeli durduğu açık.
Öcalan, pozisyonun, ilk görüşmede 2013 Newroz manifestosuna yaptığı atıfla, demokratik müzakere yönteminin derinleştirilmesi olduğunu ifade etti. Bu aynı zamanda yürüteceği olası tartışmaların kapsam ve parametrelerini belirliyordu. Anlamı Türkiye’nin demokratikleştirilmesi ve Kürt meselesi başta olmak üzere ülkenin kronik sorunlarının diyalog ve müzakereyle anayasal çerçevede çözüme kavuşturulmasıdır. 1993’ten itibaren Öcalan’ın bu amaçla devletle görüşmeye açık olduğu ve iktidarları çözüme çekme yönünde çaba sarf ettiği yakından takip eden herkesin malumudur. Bu görüşmelerde de temel amacın bu olduğu tartışma götürmez.
Bu bağlamda Öcalan’ın devlet tarafından açıklanan son mektubundan çıkarılması gereken mesajları değerlendirecek olursak;
Açıklamanın yansımalarına bakacak olursa;
CHP yönetiminin de bu süreçten bazı sonuçları çıkarması gerekir. HDP desteğinin bir ittifaka ya da ortaklığa dayanmaması farklı denklemlerin gelişebileceğine zemini açık tutuyor. Hatta CHP’nin değerlere dayalı bir ortaklıktan ısrarla kaçınmasının AKP iktidarına yeni hamleler yapma zemini sunduğunu anlaması gerekir. Verilen desteğin CHP’nin politikalarından ziyade AKP ve ortaklarının baskıcı politikalarına karşı stratejik bir yönelim olduğunu görmeli ve tek taraflı fedakarlığa dayalı bir desteğin sonsuz olmayacağını bilmeli.
CHP’nin yaklaşımına rağmen iktidar karşıtı, demokrasiye duyarlı kesimlerin buluştuğu bir düzlem oluştu. Bu zeminin değerlere dayanan stratejik bir ittifaka dönüşmesi halinde demokrasi ve özgürlükler yönünde önemli sonuçlar vereceği ve iktidarı değiştirebileceği kanıtlandı. Bunun için CHP’nin daha cesur davranması ve farklılıkları yok sayan resmi ideolojiye dayalı politikasını değiştirmesi, tüm kesimleri kapsayan yeni bir paradigmaya ihtiyacı olduğunu görmeli.
CHP, HDP’nin koşulsuz desteğini bile sahiplenmekten çekinen ürkek tavrını değerlendirmeli ve en azından işine geldiğinden gayet açık ve rahat bir şekilde Öcalan ile görüşebilen, destek isteyen AKP iktidarı kadar cesur olmalı ve politik risk alması gerektiğini anlamalıdır. CHP ve HDP arasında da asgari düzeyde bir ortaklaşma olsaydı kesinlikle iktidarın oynayacağı bir zemin olmazdı.
Son olarak Erdoğan’ın demokrasiye dönmesi, Kürt meselesi başta olmak üzere ülke meselelerini diyalog ve müzakereyle çözüm yoluna dönme ihtimali bile olumludur. Bu ihtimalin duygusal yaklaşımlarla hepten reddedilmesi politik olarak yanlıştır. Zayıf da olsa AKP’nin bu yola girmesini teşvik etmek hatta bunun için çabalamak gerek. Ancak bunun olup olmayacağına dair henüz herhangi bir emare yok. İktidarın bu alanda ciddi bir inandırıcılık ve güven sorunu varken Kürtlerin tavır değiştirmesi mümkün değil.
AKP’nin Kürtler başta olmak üzere Türkiye halkları nezdinde kaybettiği inandırıcılığını sağlaması zaman alacak. Belki de artık mümkün değil.
Bu saatten sonra atılan adımlar İstanbul seçim sonuçlarına etki etmeyeceği gibi, İmamoğlu’nun kazanacağı da neredeyse kesin gibi.
Kaynak: KARINCA
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()