Yükseköğretim Kurulu (YÖK), bahar dönemi itibarıyla içinde araştırma üniversitelerinin de yer aldığı köklü üniversitelerden akademisyenlerin, 2006 yılı sonrası kurulmuş olan üniversitelere geçici görevlendirmeyle gönderileceğini duyurdu. YÖK açıklamasında her ne kadar görevlendirmelerin ‘gönüllülük esaslı’ yapılacağı ifade edilse de detaylar ortaya çıktıkça görevlendirmeyi kabul etmeyen akademisyenlerin istifa etmiş sayılacağı anlaşıldı. Duyurudan bir hafta sonra ise ODTÜ ve Boğaziçi Üniversitesine ilk görevlendirme istekleri ulaştı. Sorularımızı yanıtlayan Orta Doğu Öğretim Elemanları Derneği (ÖED) Yönetim Kurulu, “Bu programı önümüzdeki dönemde genişleterek sürekli hale getireceğiz demek bize göre planlama ve uygulamada yapılan hataların itirafı” dedi.
YÖK önümüzdeki bahar dönemi “Akademik Hareketlilik Projesi” adlı projeyi uygulayacağını duyurdu. Bu proje yeni bir fikir mi, yoksa geçmişte buna benzer örnekler ya da hazırlıklar görülebiliyor muydu?
Bu haliyle yeni bir fikir sayılabilir. Görevlendirmelerin dayandırıldığı 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 41. maddesi 1981 yılından beri yürürlükte olan bir madde. Yeni kurulan üniversitelerde oluşabilecek öğretim üyesi ihtiyaçlarını diğer üniversitelerden geçici olarak karşılamak amacıyla, yani istisnai durumlar düşünülerek yasaya konulmuş bir madde. Bu maddeye dayalı olarak daha önce görevlendirmelerin yapılmış olması muhtemel, fakat sistematik biçimde, her dönem düzenli bir programa bağlı uygulanma kararı yeni ve bizce yasanın amacına da uygun değil.
Akademisyenlerin projeye ilişkin kaygılarını özellikle sosyal medya üzerinden gördük. “Yasal sürgün” ihtimali, istifa dayatması, kişisel sorumluluklara dair endişeler… Bunlar hakkında siz ne düşünüyorsunuz?
‘Yasal sürgün’ kavramının görevlendirme yapılan kurumları ve orada çalışan meslektaşlarımızı rencide edici olabileceğini düşünüyoruz. Akademisyenin rızası dışında yapılacak görevlendirmeleri tanımlamak amacıyla kullanılması ise bizce doğru değil, çünkü bu görevlendirmeler yasal değil. Bu konuyla ilgili, 2009’da YÖK’ün benzer bir direktifle tıp fakülteleri arası yapılmasını istediği görevlendirmelere karşı TTB’nin açtığı yürütmeyi durdurma davası sonucu Danıştay ve Anayasa Mahkemesi tarafından alınmış iki önemli karar var.
Danıştay 8. Dairenin 2010/1342 numaralı yürütmeyi durdurma kararı 41. madde kapsamında öğretim üyesi rızası olmadan yapılacak görevlendirmeleri hukuk dışı olarak nitelendiriyor. Bu davanın ardından işletilen Anayasa Mahkemesi sürecinde 41. maddenin 1. fıkra 2. tümcesi yasayla belirlenmesi gereken görevlendirme yapılacak öğretim üyelerinin seçilme usulünü belirleme yetkisini, Anayasa’nın 2. ve 130. maddelerine aykırı olarak, rektöre devrettiği gerekçesiyle iptal ediliyor. İptal sonrası 41. maddede görevlendirmenin nasıl yapılacağına dair bir usul bulunmuyor. Danıştay kararına göre 41. maddeye dayalı tüm görevlendirmelerin 40. maddede belirtilen usule göre, yani öğretim üyesinin rızası ile yapılması gerektiği açık. Tüm bu hukuki duruma rağmen, YÖK’ten gelen direktifleri hukuki niteliklerini sorgulamadan uygulayan rektörler, rektörlük taleplerini kendi birimleri açısından oluşturacağı sonuçları değerlendirmeden yerine getiren birim yöneticilerinin çoğunluğu oluşturduğu bir yer haline geldi akademi. Dolayısıyla, görevlendirme taleplerini emir olarak algılayan yöneticilerin öğretim üyelerine bu görevlendirmeleri kabul etmeleri yönünde baskı uygulaması olası. Bu durumun birimlerdeki çalışma barışını bozacağı, öğretim üyelerinin mesleki ve kişisel sorumlulukları açısından ciddi problemler yaratacağı aşikar.
Peki söz konusu projenin akademisyenlerin esas kadrolarının bulunduğu üniversitelerde ne gibi etkileri olur?
Bu programın belki de en az konuşulan ve üniversitelerde verilen hizmet ve yapılan araştırmalar açısından sorunlu yanı bu belki de. YÖK istatistiklerine göre son 20 yılda en ciddi kadro kaybı yaşayan üniversiteler, YÖK başkanının gelişmiş üniversiteler olarak niteledikleri. ODTÜ’de son yıllarda giderek hızlanan akademisyen kayıplarını, gidenlerin yerinin doldurulması için yapılan kadro taleplerinin değişik gerekçelerle reddedildiğini biliyoruz. YÖK istatistiklerine göre 2003’te ODTÜ’deki akademisyen sayısı yaklaşık 2 bin 600 iken öğrenci sayısı 20 bin, 2021’de ise bu sayılar yaklaşık 2 bin 200 ve 30 bin. Akademisyen başına düşen öğrenci sayısında yüzde 75 civarı artış var. Bu sayı, yarattığı altyapı sorunları bir yana, verilen eğitimin kalitesini muhafaza etmek için gerekli olan iş yükündeki artışı da gösteriyor. Tüm bunlar ortadayken, bu üniversitelerin fedakarlık yaparak, kendi öğrencilerine karşı sorumluluklarını göz ardı etmek pahasına programa destek vermelerinin istenmesi doğru değil.
YÖK Başkanı Erol Özvar bu projenin dezavantajlı durumda olan öğrenciler açısından faydalı olacağını açıkladı. Sizce 2006’dan sonra kurulan üniversitelerin nitelikli hale gelmesinin yolu bu mu?
Bu programla bunun çözülebilmesi mümkün değil. YÖK’e yasayla verilmiş görev yükseköğretimde program ve kadro planlamasını doğru yaparak bu tür dezavantajların oluşmasını önlemek. Bu programı önümüzdeki dönemde genişleterek sürekli hale getireceğiz demek bize göre planlama ve uygulamada yapılan hataların itirafı. ODTÜ’ye taleplerin yarısı 1992 ve öncesinde kurulan üniversitelerden gelmiş, 30 yıldan uzun geçmişleri olan üniversitelerin ODTÜ’den yapılacak geçici kadro talepleriyle niteliklerinin artırılması mümkün değil.
Bu kadar doktoralı işsiz, işinden edilmiş akademisyen ve kadro yetersizliği varken üniversiteler bu yolla nitelikli hale gelebilir mi? Esas yapılması gereken ne?
Yükseköğretim ve araştırmanın en önemli parçası olan yetişmiş insan konusunda plansız, akıl dışı yaklaşımların ve yükseköğretim alanının gündelik siyasetin bir parçası haline getirilmesinin sonuçları bu yaşadıklarımız. Üniversitelerimizi nasıl daha nitelikli hale getirebiliriz sorusuna kısa ve kolay bir cevap yok. Fakat öncelikli olarak üniversitelere kamu bütçesinden ayrılan kaynağın arttırılarak şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerine dayalı idari özerkliğin tam anlamıyla sağlanması gerek. Üniversiteler içerisinde demokratik yönetim anlayışını hakim kılacak yasal ve kurumsal çerçevenin oluşturulması ve yükseköğretim sistemini ve kurumlarını kontrol amacıyla yapılmış 2547 numaralı Yükseköğretim Kanunu’nun demokratik ve özgür üniversite anlayışını temel alan bir yasayla değiştirilmesi şart. Ve tabii ki mevcut antidemokratik anlayışın kurumsal tezahürü olan YÖK’ün kaldırılması lazım. Bu adımlar atılmadan üniversitelerimizde kalıcı bir iyileşme olmasını mümkün görmüyoruz.
Kaynak: EVRENSEL – Buse VURDU / Ekin BAL
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()