Benim Türkiye müzikleri tarihinde duyduğum ilk önemli Paco de Lucia hikayesi Doğan Canku tarafından aktarılmıştır. Doğan Canku bir klasik gitarist olarak başladığı gitar serüveninin bir noktasında flamenkoyla ve tabii Paco de Lucia’nın müziği ile tanışır. Bu ilgisini bir Paco de Lucia taklitçisi olmaktan çok daha uzaklara taşıyan Canku, elinden geldiğince kendi kişisel müzik dilini kurmaya çalışır.
Paco de Lucia (Türkçe okunuşu: pako de lusiya) da sadık yare, kara toprağa yürüyeli tam dört sene olmuş. Gerçek adı Francisco Gustavo Sánchez Gomes olan müzisyen 21 Aralık 1947 tarihinde Endülüs Algeciras’ta doğmuş ve 25 Şubat 2014 tarihinde ailesi ile beraber tatilini geçirdiği Meksika’nın Cancun adlı sayfiyesinde geçirdiği bir kalp krizi sonucu aramızdan ayrılmış idi. Yazının başında yer alan ve 21 Mayıs 1973 yılında yayınlanan bu Paco belgeseli aslında toplam 100 bölümden oluşan Rito y Geografía del Cante adlı devasa bir Flamenko belgesel serisinin (1971-1973) 78. bölümü. 26 yaşındaki gencecik Paco’yu tanıtan bu belgesel, aynı zamanda “Entre dos aguas” adlı, belki de tüm zamanların en ünlü rumbalarından birisinin de dünya prömiyeri olma iddiasını taşıyor. Belgeselde Paco bir rumba çalıyor fakat 1975 yılında yayınlanan ve bizim bildiğimiz Entre dos Aguas’tan epey farklı bir rumba bu.
Paco’nun flamenko müziğinde yaptığı devrim, ki kendisi buna tabii ki devrim demiyor, üç temel alanda: birincisi bu müziği çok daha armonik hale getirmek, ikincisi de müziğin formal yapısını geliştirmek, üçüncüsü de solo gitarın teknik kapasitesini sonuna kadar zorlamak
Paco de Lucia’nın sağ ve sol el tekniğinin sadece flamenkoda değil, dünya gitaristleri arasında neredeyse eşi benzeri bulunmayacak bir düzeyde olduğunu belirtmekte de fayda var. Deyim yerindeyse yer yer çılgınca denilebilecek kadar hızlı çalmak fakat buna karşılık temiz baskılardan asla taviz vermemek Paco’nun icrasında oldukça önemsediği noktalardan birisi. Bunları yaparken seyirciyi “yormamak” Paco’nun icrasının diğer önemli bir özelliği. İşte Paco’nun modern flamenkosunu özel kılan, bu üst düzey tekniğin sağladığı ve yoğun bir şekilde doğaçlamalarla örülmüş tarzı, Paco henüz gencecikken dahi, önemli müzisyenlerin dikkatini çekmeye başlar!
Paco 8 yaşında gitar çalmaya başlar, 14 yaşına geldiğinde ise flamenko repertuarındaki her eseri çalabilecek bir düzeye gelir. Yine henüz 14’ünde biraderi yanık sesli Pepe’yle ‘Los Chiquitos de Algeciras’ (Algeciras’ın bebeleri) adlı albümü doldururlar. Bu arada önemli müzisyenlerle turnelere çıkmaya başlar ve daha henüz 16 yaşındayken New York’ta çalar. Miles Davis, Thelonious Monk gibi caz efsanelerinin çaldığı Berlin Caz Festivali’nde daha henüz 20 yaşındayken davet edilir. İşbu festivalden sonra caz müziğin etkisi her geçen gün biraz daha fazla hissedilir Paco’da. Sadece cazdan etkilenmekle kalmayan müzisyen jazz/rock’tan da etkilenir, Latin-rock yıldızı Carlos Santana ile de beraber çalar. 1976 yılında önemli caz gitaristi Al di Meola’nın ‘Elegant Gypsy’ adlı albümünde çalar. 1979 yılına gelindiğinde Paco de Lucia, John Mclaughlin, ve caz gitaristi Larry Coryell’den oluşan bir gitar üçlüsü kurarlar (the Guitar Trio). 80’lere gelindiğinde Coryell yerini Al di Meola’ya bırakır.
Bu üçlünün 1981 yılında “Friday Night in San Francisco” [San Fransisko’da Bir Cuma Gecesi] adıyla yayınladıkları albümleri çok büyük hit olur ve pek çok efsane parçaya ev sahipliği yapar. Bunlardan Paco’nun ve Mclaughlin’in beraber çaldıkları, Egberto Gismonti’nin aslında piyano için yazdığı bir parçanın iki gitar için düzenlenmiş hali, benim de yıllarca, hem de hiç sıkılmadan arka arkaya binlerce defa dinlediğim parçalardan birisidir. ‘Frevo Rasgado’ adlı bu parçayı dinlemenizi şiddetle öneririm:
Paco de Lucia dünyayı kasıp kavururken acaba Türkiye’de nasıl bir etkisi olmuştur, isterseniz gelin kısaca bundan bahsedelim:
1. Benim Türkiye müzikleri tarihinde duyduğum ilk önemli Paco de Lucia hikayesi Doğan Canku tarafından aktarılmıştır. Doğan Canku bir klasik gitarist olarak başladığı gitar serüveninin bir noktasında flamenkoyla ve tabii Paco de Lucia’nın müziği ile tanışır. Bu ilgisini bir Paco de Lucia taklitçisi olmaktan çok daha uzaklara taşıyan Canku, elinden geldiğince kendi kişisel müzik dilini kurmaya çalışır. Uzun lafın kısası Canku bir gün çaldığı mekana Paco’nun geleceğini duyar, ilk başta durumun gerçekliğini kavrayamaz lakin sonra hakikaten Paco de Lucia, Canku’nun sahne aldığı kulüpte belirir, gerisini Doğan Canku’dan okuyalım:
“Doğan Canku: (…) Ben flamenkoyu seviyorum. Çalmaya çalışıyorum ve flamenko benim parçalarımda kendini yansıtıyor. İster istemez böyle çalıyorum. Yani başka türlü çalamam ki. Öyle çalıyorum. İçimden öyle geliyor. Ellerim öyle hareket ediyor. Dolayısıyla flamenkocu olmak çok iddialı bir şey. Bana göre ki sen Seranito’dan örnek verdin. Örneğin bir gün Rene, Ayhan ve ben Boğaz’da çalıyoruz. Kulübün patronu ‘Paco de Lucia geliyor’ dedi. ‘Senin için geliyor’ deyince ben ‘Dalga geçiyor’ dedim. Ben de inanmıyorum ama derken saat 12 oldu ve geldi adam. Gelince ben şaşırdım. Dediler ki hadi çıkıp çalacaksın. Yahu dedim saçmalamayın. Elim ayağım birbirine dolaştı. Ne yaparız ne ederiz? İyi de bir müşteri var. Paco’lar oturdular. Biz de çıktık tabi. Hoş geldiniz dedik. ‘Ben senin için özel bir parça çalacağım’ dedim. Sultanıyegah Sirtoyu çaldım sonra.
Ilgaz Benekay: Gerçekten de senin bu anlamda yaptığın en güzel şeylerden biriydi. Yani Paco’nun Entre dos aguas’ı neyse tanınmak için Sultanıyegah Sirto aynen öyle. Bugün herkes, benim öğrencilerim de dahil olmak üzere herkes onu çalıyor.
Doğan Canku: Paco müzisyen olarak olgunlaşmış bir insan. Artık dünyanın en iyilerinden biri. Bu arada yemekler gelmiş, hiç dokunmuyorlar. Adam benim parçamı dinliyor. Dikkatle dinledi, coşkuyla alkışladı. O arada bir çocuk geldi yanıma. Benim eski bir gitar talebemmiş. Meğer o getirmiş. Gittim tanıştım. Paco’yu zor getirmiş esasında oraya, yorgun adam. “İyi ki gelmişim” dedi. ‘Ben dünyanın neresine gitsem Paco’ lar görüyorum” dedi. ‘Sen bana flamenko çaldın ama benim müziğimi kendi müziğinle yorumlayıp sentez haline getirip bana öyle güzel bir şey sundun ki, benim yaptığım müziğe sen de kendi müziğine bunları katıyorsun’ dedi. Oturduk, sohbet başladı.
Yıllar sonra duydum ki bunu bir başkasına daha söylemiş ama bu ne kadar doğrudur bilmiyorum. Flamenko ile kendi müziğini en iyi Doğan Canku sentezliyor demiş. Bu çok gurur verici bir şey. Doğruysa. Şimdi bunu neden anlattım? Kendime flamenkocu sıfatını yakıştırmamıştım ya. Ben flamenko müziğiyle kendi müziğimin sentezini yapıp kendi çapımda gitar çalan bir adamım. Yani gitar çalıyorum ben. Flamenko ayrı bir şey. Son albümde Hintliler gibi çaldım. Gandarun tarzı çaldım. Şimdi ben Hint müziği mi yapıyorum?”
https://www.youtube.com/watch?v=dDdPtl9XB0Y
