Öğretim üyeleri Prof. Dr. Biray Kolluoğlu ve Prof. Dr. Lale Akarun, Nature Dergisi’nde Boğaziçi Üniversitesi’ndeki direnişiyle ilgili makale yazdı. Makalenin Türkçe çevirisini Diken olarak yayımlıyoruz.

Boğaziçi Üniversitesi, 1863 yılında Robert Kolej (ABD sınırları dışındaki ilk Amerikan yüksek öğrenim kurumu) olarak kuruldu ve 1971 yılında devlet üniversitesine dönüştürüldükten sonraki 50 yıl içinde Türkiye’nin en önde gelen araştırma üniversitelerinden biri haline geldi1 .
İsmini de Avrupa yakasındaki Boğaz’a nazır kampüsünden almıştır. Boğaziçi her zaman Türkiye’nin geri kalanından farklı bir yer olmuştur. Öğretim üyeleri Türk hükümeti tarafından popüler olmayan konularda araştırmalar yapmış, profesörler fikirlerini söylemiş, öğrenciler bağımsız davranmış ve burası hep güçlü bir muhalefet kültürüne sahip ilerici bir üniversite olmuştur.
Hükümet 1990’larda üniversitelerde başörtüsünü yasakladığında, Boğaziçi öğretim üyeleri başörtülü öğrencilerle birlikte yürüdüler2. On yıl sonra dindar olmak muteber olduğunda, Boğaziçi yeterince dindar olamadı, öğrencilere içki içtikleri için sert bir şekilde baskı yapmayı reddetti ve öğretim üyesi kafeteryasında şarap servisine izin verdi. Hatta mevcut hükümete göre ağıza alınamayacak bir suç olan LGBTİ+ öğrenci kulübü kurmaya bile çalıştı.
Ocak 2021’de, 2016 Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ülke genelindeki üniversite rektörlerini doğrudan atama yetkisini almış olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Boğaziçi Üniversitesi’ne yeni bir rektör atadı. Birçok kişinin demokratik bulmadığı bu atanmış rektör sadece altı ay dayanabildi. 15 Temmuz 2021’de Cumhurbaşkanı Erdoğan rektörün görevden alınmasına karar verirken yerine gönderilen rektörle çalışmayı kabul etmiş üç rektör yardımcısından birini yeni rektör olarak atadı.
Yukarıdan aşağıya doğru üniversiteye yönelik siyasi müdahaleler bunlarla bitmedi. Boğaziçi Üniversitesi’nin demokratik senatosu ve üniversite yönetim kurulu ilk aylarda sesli ve hayati öneme sahip muhalefet kaynaklarıydı ama bu iki yer muhalif öğretim üyelerinin görevden alınması ve yerlerine vekillerin atanmasıyla etkisiz hale getirildi.
Şubat 2021’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, üniversite kurullarında hiç tartışılmadan üniversiteye iki yeni fakülte (hukuk ve iletişim) ekledi. Mart 2022’de rektörlük üç dekanı görevden aldı. Birçok araştırma ve kültür merkezi ya tamamen kapatıldı ya da ofislerinden bir gecede tahliye edilerek felç edildi. Veri analitiği ve yapay zekâya odaklanan yeni bir araştırma enstitüsü doğrudan cumhurbaşkanı tarafından kuruldu. Bu saydıklarımız, biz bu yazıyı yazarken üniversiteye yönelik devam eden saldırılardan sadece birkaçı.
Özetle, Boğaziçi Üniversitesi’nin demokratik yönetim kurulları ve komiteleri ya devre dışı bırakıldı ya da ele geçirildi, bağımsız araştırma ve kültür merkezleri lağvedildi ve yeni kurulan fakülte ve araştırma merkezlerinin kadrolarını doldurmak için her gün siyasi olarak sadık olacak yeni öğretim üyeleri işe alınmaya devam ediliyor.
Tüm bunlar, sivil polislerin cirit attığı ve kapıları silahlı ve üniformalı polis güçleri tarafından yoğun bir şekilde korunan kampüslerde gerçekleştiriliyor.
Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri, 2021’in ilk günlerinden bu yana akademik özgürlük, liyakate dayalı atama sisteminin korunması ve üniversite özerkliği için süregiden bir mücadele veriyor. Üniversitenin dört fakülte ve enstitüsünden öğretim üyeleri her iş günü saat 12:15’te (Magna Carta’ya bir gönderme) rektörlük binasının önündeki Üstün Ergüder meydanında buluşuyoruz. Orada sırtımızı rektörlüğe dönerek sessiz bir nöbet tutuyoruz.
Eskiden sadece mezuniyet törenlerinde giydiğimiz ama artık özgür ve özerk bir üniversitenin hayatta kalması için verilen mücadelenin sembolü haline gelen cübbelerimizi giyerek ‘Kabul etmiyoruz’ ve ‘Vazgeçmiyoruz’ yazılı dövizler taşıyoruz. Öğretim üyeleri, bu mücadeleyi toplumun geneline ulaştırmak için sosyal medyayı aktif olarak kullanıyor. Mücadeleyi hukuk alanına da taşıdık. Öğretim üyeleri mevcut kural ve yönetmeliklere aykırı eylemleri durdurmak için rektörlüğe karşı onlarca dava açtı. Muhalefetimizi imza kampanyalarıyla dile getiriyor, uluslararası destek arıyor, ulusal ve uluslararası medyada yazı ve röportajlarla aktif bir varlık gösteriyoruz.
Sürekliliği ve uzun ömürlülüğü ile toplumsal direniş hareketleri tarihinde şimdiden yerini alan bu direniş, mezunlardan, sivil toplum örgütlerinden, muhalefet partilerinden ve Türkiye’de aydınların geniş kesiminden destek görüyor. Direnişimizin şimdiden ağır bir bedeli var. Rektörlüğün emriyle öğretim üyelerinin kampüse girişleri (en azından şimdilik) geçici olarak yasaklandı ve protestolara katıldıkları gerekçesiyle 16 kişi açığa alındı. Hedef alınanlar sadece öğretim üyeleri değil. Öğrenciler de tutuklama ve hapis cezalarıyla karşı karşıya kaldı.
Küresel itibarı yüksek (ve ülkedeki en başarılı öğrencilerin ilk tercihi olan) bir üniversitenin temellerine karşı neden şimdi bu kadar bariz bir saldırı olduğu, bundan kimin yararlandığı Türkiye’deki üniversitelere aşina olmayanların bile aklına ilk gelecek sorular. Cevaplar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP liderliğindeki İslami muhafazakar bir yönetimin hakim olduğu siyasi alanın ana fay hatlarında yatıyor.
Erdoğan 2002 yılında laik cumhuriyet rejiminden hoşnut olmayan dindar seçmenler tarafından iktidara taşındı. AKP iktidarının ilk yılları askeri vesayetin zayıflatılmasıyla geçerken, sonraki yıllar AKP’nin otoriter gücünün pekiştirilmesine ve laik politika ve kurumların aşındırılmasına, ardından da İslam’ın çıkarıldığı alan ve mekânlara yeniden yerleştirilmesine tanıklık etti3.
Yirmi yıllık kesintisiz iktidarın ardından siyasi güç yeni İslami elitlerin eline geçti. Bugün, bazılarının ‘İslami sermaye’ olarak adlandırdığı yeni İslami ekonomik elitler de başarılı bir şekilde yaratıldı4. Başarısız olduğunu itiraf etme ya da hayal kırıklığını dillendirme alışkanlığı pek olmayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bile dile getirdiği gibi, bu elitler henüz kültürel hegemonya kurabilmiş değiller. Erdoğan son yıllarda defalarca kültür alanında başarısız olduklarını söyledi. Hükümet bunu düzeltmek için eskiyi yıkıp yeni bir kültür inşa etme sürecinde. Laik eliti tahtından indirmeyi ve yeni bir elit ile yeni bir kültür yaratmayı hedefliyorlar5. Bu iddialı projenin izleri her biri şiddetli mücadelelere tanık olan sanat, medya, kentsel mekanların tasarımı ve genel olarak kültürün hemen her alanında sürülebilir6. Ancak bu kültür savaşı en acımasız şekilde eğitim alanında yaşanıyor.
AKP, K-12 eğitiminden üniversitelere kadar eğitim sisteminin temel öncüllerini yeniden yapılandıran politika müdahaleleri yaptı. K-12 eğitiminde laik kamu eğitim kurumları zayıflatılırken dini okullar yüceltiliyor7. Yeni muhafazakâr İslami elit yaratmaya yönelik benzer bir strateji, üniversitelerde mekânsal ve toplumsal genişleme yoluyla kendini göstermektedir.
AKP 2006 yılında, kamuoyunda ‘her ile bir üniversite’ olarak bilinen, büyüklüklerine, ihtiyaçlarına veya altyapı kapasitelerine bakılmaksızın tüm şehirlere kaynak tahsis etmeye yarayacak genel bir politika başlattı8. Türkiye’deki üniversite sayısı dört katına çıkarken yükseköğretime kayıtlı öğrenci sayısı belirgin bir şekilde arttı. 1992 yılında 53 olan üniversite sayısı bugün 208’e ulaşmış durumda9. Bu genişlemeyle birlikte, tüm üniversiteler gittikçe daha kuvvetle Yükseköğretim kurumuna (YÖK) bağlandı10.
Tüm sistemi merkezileştirmek amacıyla YÖK’ün düzenleme kapasitesinin genişletilmesi, hem eski hem de yeni üniversitelerin özerkliğini daha da aşındırdı. YÖK, 2006 yılından bu yana, sadece rejime sadık kişilerin yüksek pozisyonlara gelebilmesini sağlayan ve devletin üniversiteler üzerindeki kontrolünü artıran merkezi bir atama ve işe alma sistemi yürütüyor11.
2021 olaylarından önce, Boğaziçi Üniversitesi’nin köklü ilkeleri ve güçlü kurumsal geçmişi onu bu otoriter kontrolün yörüngesine sokmaya yönelik daha önceki girişimlerden büyük ölçüde korumayı başarmıştı. 2016 yılında Cumhurbaşkanı, Boğaziçi öğretim üyelerinin yüzde 86’sının desteğiyle aday gösterilen rektörü atamayı reddetmiş ve atamayı reddettiği rektörün ekibinden bir öğretim üyesini rektör olarak atamıştı. Boğaziçi öğretim üyelerinin desteğini alan bu yeni rektör, üniversitenin kurumsal ve idari yapısını korumayı tercih etti ve 2021 yılına kadar senato, bölümlerin özerkliğini korumaya, işe alım sürecini güvence altında tutmaya ve akademik kararların demokratik ve katılımcı yollarla alınmasını sağlamaya devam edebildi. Bir başka deyişle bu rektör üniversiteyi, üniversite yönetim kurulunun gözetimi altında senato tarafından kabul edilen ilkelere göre yönetti.
Boğaziçi Üniversitesi’ndeki özerklik kalıntılarından memnun olmayan merkezi yönetimin düşündüğü bu üniversitenin küresel rekabet gücü veya eleştirel düşünce ve yenilikçiliğe elverişli bağımsız ortamı değil, onun kontrol altına alınıp ve tektipleştirilmesiydi. Özgür, özerk ve eleştirel bir bilimsel ve kültürel ortam sağlayan kendine özgü gelenekleriyle Boğaziçi’nin ehlileştirilmesi ve resmi çizgiye getirilmesi gerekiyordu.
İstanbul’da bir üniversitenin yok edilişinin öyküsü neden önemli? Boğaziçi’nde yaşananlar başka bir yerde tekrarlanamayacak kadar hoyrat görünebilir. Ancak, kurumsal özerkliğin erozyona uğraması ve bunun sonucunda üniversitenin yok olması, dünya çapında çeşitli biçimlerde kendini gösteriyor.
ABD’de eleştirel sosyal bilimlerin bütçelerinin erozyona uğraması, Macaristan’da Central European Üniversitesi’nin kaderi ve Zimbabwe’de devlet başkanlığının devlet üniversitesi yönetimleri üzerindeki kontrolü aynı sürecin parçaları. Modern bir kurum olarak üniversite sadece piyasanın değil, siyasi güçlerin de saldırısı altında ve büyük ve asi gelgitlere karşı mücadele ediyor.
Bu nedenle, Boğaziçi’nde kabullenmeyen ve pes etmeyen öğretim üyeleriyle ittifak yapmak, bir kurum olarak üniversiteyi savunmak için de bir destek eylemi.
11. Atılgan, C. et.al., (2022). Türkiye Yükseköğretim Alanının Yeniden Yapılandırılması Çalıştay Sonuç Raporu Ankara: Türkiye Barolar Birliği.
Kaynak: Diken
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()