Özgür Denizli

Seçim Güvenliği: Geç kaldık ama telafi edebiliriz! – Kadir Akın

“Yerellerde; sendikaların, meslek odalarının, derneklerin içinde olduğu, meşru kitlesel bir kampanya, bu rejimin tasfiyesini isteyen bütün güçleri ortak bir zeminde yan yana getirecektir.”

Ülke boylu boyunca seçim sürecinin içine girmiş durumda. Her an bir seçim tarihi önümüze düşebilir. Eğer önümüzdeki günler ya da aylarda rejim sahipleri başka bir kurgu peşinde değiller ve sandık dışı yollarla rıza üretmek gibi bir yola girmeyeceklerse, en geç 2023’ün Nisan ya da Mayıs ayında parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri gerçekleşecek gibi görünüyor. Normalde 2023’ün Haziran ayında olması beklenen seçimlerin “3. dönem” tartışmasına girmemek için Erdoğan tarafından birkaç ay öne alınacağı bekleniyor.

Daha açık yazmak gerekirse önümüzdeki Ekim ile gelecek yılın Mayıs ayına kadar geçecek zaman içinde rejim sahipleri; kendileri için seçimleri kazanabilecek koşulların olgunlaştığını düşündükleri an tereddütsüz seçim tarihi açıklayacaklar. Rejimi oluşturan koalisyonun yarılarak Bahçeli tarafından bir seçim tarihinin belirlenmesi küçük de olsa bir olasılık. Yani her şey önümüzdeki 10 ay içinde olup bitecek.

“Sopalı seçim”e rahmet okutmak

Seçim aylarına karine teşkil eden kimi tarihler bu rejim için geçerli değil. Dediğim gibi, geleceği kaybetmemek için hangi an, hangi tarih onların aklına yatarsa seçimler o zamanda olacak. İsterse kar-boran, isterse seller-sular olsun fark etmez. Ocak’ta da olur Mart’ta da. Çünkü ne kaybedeceklerini gayet iyi biliyorlar ve kazanmak için ellerinden geleni yapacaklar. Daha önceki zorlu seçim süreçlerine gönderme yapılarak anlatılan “sopalı seçimlere” rahmet okutacakları o kadar belli ki, bunu anlamamak için en hafif deyimle saf olmak lazım.

Bu rejimin nereye evrileceği tartışmaları uzun süredir yapılıyor. Faşizm’in bir devlet biçimi olarak neye tekabül ettiği, sermayenin pozisyonu, sınıfın çıkarları, devletin “zor” aygıtı olarak toplum üzerinde nasıl bir hegemonya kuracağı, “sivil” güçlerin devletin uyguladığı şiddetin bir parçası haline getirilmesi ve daha onlarca konu konuşuldu, yazıldı, çizildi. Dahası bütün bunlara ilişkin yasalar bu rejim tarafından parlamento devre dışında bırakılarak, onay mekanizması çalıştırılmayarak çıkartıldı ve gece yarısı kararnameleri ile uygulamaya sokuldu. Devletin tekelinde olan şiddet artık “beka” gerekçesiyle bindirilmiş kıtalar tarafından sokakta karşımıza dikilecek. Örneğin gelecek yılın Pride (Onur) yürüyüşlerinde eğer bu rejim hâlâ iş başında olacaksa bunun uygulamasına tanık olacağız. Sokakta kolluk yerine “ahlak zabıtaları” olacak.

Rejim karşıtlarının parçalı duruşu tereddüt yaratıyor

Oligarşinin bütününü ve devletin yapısını bitimsiz bir Faşizm olarak gören ve “o da gelse, bu da gelse fark etmez” diyenlere; “esneklik, ittifaklar, cephe siyaseti, Faşizm karşısında birleşik ortak hat” tartışmaları bu saatten sonra ne kadar hitap eder bilmiyorum. 1930’larda İtalya ve Almanya’da faşizmin yükselişinde komünistlerin tarihsel hatası ağır sonuçlar yarattı. Sosyalist-sol bu tartışmayı uzun yıllardır yapıyor. Ben bu tartışmanın esasını ise devlet konusunun teşkil ettiği düşüncesindeyim. Ortak bir teorik arka plan ve tarihsel bellekte anlaşılamıyorsa ezberlerin tekrarlandığı ve deklarasyonlara dönüşen tutumlardan bir sonuç beklememek gerekiyor.

Rejimin karşısında duran güçlerin parçalı duruşları; aralarındaki ilişkilerin sağlıklı ve güven verici olmaktan uzak oluşu hala tereddüt yaratıyor. Altılı masanın HDP’yi yok sayan tutumu ise tarihsel olarak sahip olunan “devlet aklı”nın sonucu ve bu tutum devam edecek gibi görünüyor. Bu tablo karşısında HDP’nin politika üretmedeki tıkanıklığı ve “anahtar partiyiz” söyleminin yetersizliği eğer devam ederse işimiz zor. HDP yerellere yaslanan bir politik hat geliştiremezse bizi neler bekler, bilinmez? Örneğin başkanlık seçimlerinde HDP aday çıkartmak durumunda kalabilir mi? İkinci tura kalmış başkanlık seçimleri nasıl sonuçlanır? Bunlar birçok bilinmezi içinde barındırıyor. Bu rejimin Kürtlere ilişkin bir plan içinde olmadığını kim söyleyebilir? Olası planları boşa düşürecek ne tür adımlar atılabilir, bunları konuşabiliyor muyuz? Seçimlere ilişkin “yedeklenmek” kuşkusuz iyi bir tedbir ama bu kazanmak için yeterli mi? Yaşanan ekonomik krizle birlikte altındaki zemini kaybeden, hitap ettiği kitlelerin öfkesi her geçen gün artan rejim, elbette HDP’ye ilişkin bir değil, birden fazla proje geliştirecektir. HDP aynı kıvraklık ve esneklikle davranmaya hazır mı?

Sorun yalnızca sandık güvenliği değil, seçim güvenliği

AKP-MHP koalisyonunun seçimlere ilişkin yapacağı usulsüzlüklerin neler olacağını kestirmek pekâlâ mümkün. Baskı, zorbalık, yasaklar, Rojava’ya operasyon hazırlığı yapma, Yunanistan’la gerilim yaratma, şovenizmi büyütme, baraj altına itme, parti kapatma, adaylıkların engellenmesi, aday listelerinin kullanılamaz hale getirilmesi ve 2015 Haziran-Kasım seçimlerindeki şiddet ortamına geri dönülmesi ilk akla gelenler. Dolayısıyla içinde olduğumuz seçim sürecini, seçim gününe indirgeyip onu da sandık güvenliğiyle sınırlayarak yol almaya çalışmak baştan kaybetmek anlamını taşıyor.

Şimdiden seçim kampanyasını başlatmak, bu rejimin yapabileceği oy çalmak dahil her türlü usulsüzlüğü yüksek sesle haykırmak ve yerel inisiyatifleri 6’lı masayı da gözeten bir perspektifle her yerde kurmak en acil iş olarak önümüzde duruyor. HDP bu konuda ön alabilecek tarihsel hafızaya sahiptir ve Kongre deneyimi ona bu konuda yol gösterici olmalıdır. Ancak bu kanallarda biriken güç ve enerji ile HDP kendisini bütün Türkiye’ye anlatabilir ve olabilecek aymazlıkların, tehlikenin önünü kesebilir. Ancak bu yolla 6’lı masa HDP’yi hesaba katmak zorunda kalabilir.

Tek seçenek yerel inisiyatifler

Yerel inisiyatiflerin gücünü Anayasa referandumu sırasında kurulan “Hayır Meclisleri”nden ve Gezi’den hatırlayalım. Yerellerde; sendikaların, meslek odalarının, derneklerin içinde olduğu, kesinlikle 6’lı masanın seçmeninin de gözetildiği ve hitap alanına alındığı, meşru kitlesel bir kampanya, bu rejimin tasfiyesini isteyen bütün güçleri ortak bir zeminde yan yana getirecektir. Kuşkusuz yerellerde bu faaliyet sürerken Restorasyoncu güçlere geleceği teslim etmemek sosyalistlerin atacağı adımlara ve becerisine bağlıdır. Sosyalist kamuoyunun büyük bölümü uzun zaman önce mevcut sosyalist parti ve grupların etki alanı dışına çıktı. DİB, Demokrasi Konferansı gibi oluşumlar ise kendilerinden beklenen rolü oynayamadı. Yerel güçler devreye girdiğinde onun kuvveti ve birleştiriciliği yeni kapıların açılmasını da sağlayacaktır.

*”Bu yazı ilk olarak Siyaset dergisinin 3. sayısında (Ağustos 2022) yayımlanmıştır.”

Kaynak: Siyasihaber

Exit mobile version