Bir süredir, bırakalım ülkenin gündemini belirlemeyi hiçbir süreci yönetemeyen bir iktidarla karşı karşıyayız. Siyaset, ekonomi, hukuk, sağlık, eğitim, üniversite vb. hemen bütün alanlar salkım saçak dökülüyor. Vatandaş perişan durumda. İktidarın, yıllardır tebaa ilişkisi kurduğu seçmenlerinin büyük bölümü de “gönüllü kulluk”tan vazgeçmiş gibi. İktidarın olağan yollardan ne bunları düzeltmeye ne de gidişatın daha fazla kötüleşmesini önlemeye takati kalmadı. Buna karşın, yaşattıklarının bedelini ödeme kaygısının da etkisiyle olsa gerek, koltuğu kaybetmemek için ne gerekiyorsa yapmaya kararlı görünüyor. Ne demokrasi, ne özgürlükler, ne anayasa, ne yasalar, ne insan hakları, ne uluslararası kurallar ve hukuk, ne devlet geleneği, ne ahlak-etik, ne insanlık değerleri, ne de inançları bunun için engel değil. Koltuğu kaybetme korkusu iktidarın nerdeyse her şeyini, atacağı her adımı belirler oldu. AKP-MHP, iktidarlarını kaybetmemek için ne gerekiyorsa yapma zorunluluğunun çaresizliğine kapılmış durumda.

Seçime yalnızca aylar kala iktidarın genel durumu bu olunca, muhalefetten beklenti de doğal olarak değişiyor. Seçimlerin 20 yılı aşan bir süredir hükümet olan, iktidarı için çok farklı yapı ve partilerle koalisyonlar oluşturmadaki mahirliği bilinen AKP’ye iktidarını kaybettirebilmesi için bu zamana kadar yaşananlardan ders çıkartmamız gerekiyor. Bu nedenle, herkesin bildikleri arasından üç örneği paylaşalım istiyoruz.

İlk olarak, biliyoruz ki AKP’nin Haziran 2015 genel seçimlerinde iktidarını kaybetmesinden seçimlerin yenilendiği Kasım 2015’e kadar geçen süre içinde bu ülke halklarına yaşatılanların acısı henüz unutulmuş değil. İktidar, uygulamalarına itiraz edenlere ve yapılanları görünür kılanlara karşı yürüttüğü “intikam” mücadelesini de henüz bitirmedi. Cumhuriyet tarihinin en büyük kitlesel katliamı yine o dönemde “Emek Barış Demokrasi” mitingi katılımcılarına karşı gerçekleştirildi. Muhalefet de bu olayların tümünü engellemekle yükümlü hükümete karşı etkin olabilecek hemen hiçbir girişimde bulun(a)madı. Türkiye halklarına yaşatılan bu vahşet döneminden yaklaşık yedi yıl sonra, bugünlerde “iktidarın iktidarsızlık korkusu” daha da büyüdü. O nedenle, muhalefet, yedi yıl önce engel olun(a)mayanların yarattığı acılardan çok daha büyüklerini yaşama/yaşatılma riski olduğunu görmezden gelmemeli.

İkinci bir örnek olarak; “ülkenin bekası, terör” gibi AKP Hükümeti’nin kendinden menkul tanımlamalarıyla birlikte, hemen her zaman iktidarın arkasına dizilmeyi adet haline getirmiş olan muhalefetin “muhalefet sınırı”nı elbette yaşanılan örnekler üzerinden hemen herkes görüyor ve biliyor. Öyle ki “6718 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Yasa” da benzer biçimde muhalefetin desteğiyle kabul edildi. Haziran 2016’da uygulamaya giren Yasa ile Anayasa’da gerçekleştirilen değişiklikle milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırmak, tutuklamak, yargılamak, mahkûm etmek kolaylaştı. Değişikliğin hedefinde HDP’nin ve onun yönetim kadrosuyla milletvekillerinin olduğu herkes tarafından biliyordu. Ancak, HDP’lilere yaşatılanların onlarla sınırlı kalacağı “yanılgısı” kısa süre içinde yaşanarak ortaya çıktı. Buna rağmen, muhalefetin gerekli dersi çıkartmadığını söylemek yanlış olmayacak. Her defasında sıranın kendisine de geldiğini gören muhalefet bugünlerde eskisine göre biraz daha dikkatli. Hiç olmazsa genel başkanlar, parti sözcüleri düzeyinde dolaylı da olsa kınama açıklamaları yapabiliyor. Ancak yeterli olmadığı gerçeği de orta yerde bütün açıklığıyla duruyor.

Aynı şekilde herhangi bir suç işlemiş olmalarına ilişkin “düzmece” bir mahkeme kararı bile bulunmayan HDP’li belediye başkanlarının görevden alınması, yerlerine kayyım atanması, belediye meclislerinin yetkilerinin kaldırılması karşısında, alınan işlevsiz-geçiştiren muhalefet tutumu maalesef değişmedi. Gerçeği görmek istememe, süreci deşifre edip halka anlatmama, yaşanılan haksızlıklara karşı dayanışmama, sessiz kalma kararlılığı maalesef devam etti.

Muhalefet üç maymunu oynama -görmeme duymama, konuşmama- halinden hızlı bir biçimde vazgeçmelidir. Ancak geldiğimiz aşamada vazgeçmek tek başına yeterli değil. Herkesin görebileceği, duyabileceği bir biçimde; haksızlıklarda, zorbalıklarda doğrunun, haklının, mağdurun yanında yer alabilmelidir. Yoksa bir defa daha hata yapacak. Ancak, bu dönemdeki hata(lar) “gitmekte olanın” gidişine engel olacağından, kalınacak enkazın altından çıkabilmek muhalefet için de mümkün olamayacak. Tabanın-kitlelerin gerçekleştirdiği dayanışmayı gerçekleştirmekten onların siyasi temsilcilerinin çekinmemesi, korkmaması gereken bir dönemdeyiz.

Günümüzde, AKP-MHP iktidarının geniş kitlelerin rızasını alabilmesi/yönetilebilmesi için ne toplumsal yarar ve eşitliği sağlayabilecek politikaları var, ne ekonomik kaynağı var, ne özgüveni var, ne de itibarı var. Rıza aracı olarak elinde etkili bir tek araç kaldı: “zor”. Böyle bir aşamada, 18 Aralık 2022, pazar günü yapılacak basın açıklamasını engellemeye çalışan polis tarafından HDP İstanbul İl Eş Başkanı’na üstelik kameraların önünde önce küfür edilmesi, ardından da tokat atılması sonrası yaşananları özel olarak değerlendirmeyi hak ediyor. Yaşananları kınamak için HDP Kadıköy İlçe Başkanlığı önünde eş başkanların, partili milletvekillerinin, yöneticilerin ve parti üyelerinin bir araya gelmesinin hatta eş başkanların binaya girişlerinin ve binadan çıkışlarının engellenmesi de bu değerlendirmeye önemli bir ek olarak ele alınmalıdır.

Böylesi bir uygulama TOKAT ve ENGELLEME/KALKANLARLA ÇEMBERE ALMA yukarıda da değinildiği gibi, hiç de sürpriz olmadı. Çünkü iktidarın “zor”dan başka aracı, çaresi yok. Ancak, asla ve asla kabul edilemez. Böylesi bir olay karşısında daha öncekilerden farklı olarak çok da zaman geçirmeden muhalefetin kiminin doğrudan, kiminin dolaylı olarak kınama açıklamaları yapmış olmaları olumlu yönde bir gelişme olarak değerlendirilmelidir. Ancak kesinlikle yeterli değildir. Muhalefet ne zaman konu HDP ile ilgili olduğunda kendi yaşadığı, kendisine dayatılan bir sorun karşısında takındığı ve kendisi dışındaki muhalefetin takınmasını beklediği tavra benzer bir tutumu HDP için gösterebilir hale gelir, o zaman yukarıda kısaca özetlenen seçimlere yönelik toplumsal kaygının oldukça azalacağı söylenebilir.

Sorunlu birçok başlık ve alt başlığına karşın “Saraçhane deneyimi” sonrasında yaşanan TOKAT ve Kadıköy İlçe’deki olaylar alınması gereken yolun, atılması gereken adımların hiç de küçümsenecek boyutta olmadığını gösteriyor. Dileriz, muhalefet daha fazla zaman kaybetmeden yapılması gerekenlerin önündeki kendi kurduğu barikatları kaldırabilir. Aşamazsa hep birlikte kaybedeceğimizi görmek için “kâhin” olmak gerekmiyor. Yanı sıra, bunun vebalinin hiçbir helalleşmeyle onarılamayacağını da anımsatmış olalım.

Kaynak: KARINCA

  • Hakkımızda
  • Künye

 

Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…