Kutuplaştırıcı dilin, gerilim siyasetinin, agresif popülizmin, otoriteryan eğilimlerin hangi dinamikleri işlettiğini, nasıl sonuç alabildiğini, ilişki kurma biçimlerini, hem teoriden hem içinde yaşadığımız pratiklerden biliyoruz. En azından, hayli öğretici –ve kısa olmayan- bir süreç yaşadığımız söylenebilir. Ancak bu öğrenme faaliyetinin tek taraflı olduğunu, sadece rahatsız olanların “gerçeği görebildiği”, bu yöntemleri kullananların ise “gerçeklikle bağlarının tamamen koptuğu” için başlarına geleceğin farkına varamadığını düşünmek fazla özgüven içermiyor mu? Yani muhalefet sözcüleri veya muhalif yorumcular, otoriterlerin, popülistlerin, sistemin, rejimin, kötü politika erbabının bütün oyunlarını gayet isabetli biçimde görürken, bu araçları kullananlar hiç mi bir şey öğrenmiyor, bildiklerini okumaktan vazgeçmezken hiç mi stratejilerini geliştirmiyor? Açıkçası bu eşyanın tabiatına aykırı olduğu gibi pratikte yaşananlarla da pek öyle görünmüyor. Mesele yumuşama, gevşetme veya normalleşme değil, mecbur olunan ve değiştirilemeyecek olan gidiş yolunu uzatma imkanlarını kullanmak olunca fazlasıyla yaratıcılar aslında.
Her türlü savunma pozisyonu, yapısı gereği daha az dinamizm içeriyor. Muhafazakarlığın ileriye doğru konuşmasındaki zorluğu ve devrimci tutumun ise dinamik karakteri buradan geliyor. Ancak zorunlu sıkışmanın yarattığı çare arayışları, dinamik bir hamle çeşitliliği kazanabiliyor. Çoğu kendisi tarafından üretilen ve yine çoğu çıkışsız krizler, mevcudun devam etmesinin aracına veya fırsatına dönüştürülebiliyor. Kapitalist sistemin sürekli olarak becerebildiği sihirli formül bu. Aynı şekilde itirazlar, memnuniyetsizlik ve hatta beklentiler, pasif bir savunma veya bekleme pozisyonuna dönüşünce ortalıkta dinamizmden eser kalmıyor. Korona vesilesiyle yeniden tartışmaya başladığımız üzere, hem dünya hem Türkiye’de hakim sistemin, yaşadığı çaresizlikler yüzünden daha sertleşerek gücünü artırma, yeni “konsolidasyon” yöntemleri bulma olasılığından bahsediliyor. Fakat buradaki kritik mesele, yeni konsolidasyon formunun destek konsolidasyonu (rıza üretme) olarak okunmasının artık yetersiz olduğu. Bu yeni formu işlevli hale getiren unsurlardan biri, eski –oy- konsolidasyon yöntemlerinin zayıflığına hala fazla önem atfedilmesi. Kabul ettirmenin asıl aracının “rıza” olmadığı tam anlaşılamıyor.
Kendisini ve dünyayı değiştirmesi mümkün olmayan, buna niyeti olmayanlar, neleri değiştirebilecekleri, kontrol edebilecekleri üzerine kafa yormaya devam ediyorlar. Ve yeni konsolidasyon formunu, destek değil “dayanıklılık” üzerine oluşturuyorlar. Dayanıklılık söz konusu olunca sertleşme, çekirdeğe çekilme ve hatta kabuklaşma öne çıkıyor. Dünyada bu meselenin ulus devletler ve korumacılık ataklarıyla nasıl biçimleneceğini görecek ve tartışacağız. Birikim krizi modelinin bu ara dönemde müracaat edeceği “otoriter konsolidasyon” seçeneği konusunda, Ümit Akçay bir süredir yazıyor. (Ekonomik dinamikler penceresinden rejim soruna baktığı son yazısını da buraya bırakayım) Türkiye’de iktidar bloğunun en kemik çekirdeğe doğru daralan bir sertleşmeyi yürürlüğü koyduğuna şüphe yok. Geniş veya genişleme eğiliminde –bunun bir yolu da görünmüyor- bir destek tabanı yerine, sadık çekirdekteki direnç, dayanıklılığın merkezine yerleşiyor.
Ali Rıza Güngen, “dayanılmaz işsizlik, dayanıklı otoriterlik” başlıklı yazısı da aynı noktaya dikkat çekiyor: “Otoriter rejimlerin dayanıklılığı, hanelerden ve emekçilerden daha fazla. Yüksek işsizlik oranları kaydedilirken, gelir adaletsizliği derinleşirken de bir otoriter rejim varlığını sürdürebilir. En temel yol, otoritenin uygun gördüğü davranış kalıbı dışına taşmanın maliyetinin artırılmasıdır.” Mevcut hararet ve sıcak geçecek yaz beklentisinin gerekçesi de bu “maliyet” hesabında belki. Siyasi alanın sınırlarıyla ilgili bakışı yenilemek gerekiyor, çünkü öyle yapıyorlar. İktidar sadece “çöküntüyü gizlemek için sinir uçlarıyla oynayıp, cambaza bak” yapmıyor veya eriyen oylarını yeniden konsolide etmek için atak içinde değil. Bu tür gündem ataklarının oy konsolidasyonunu kuvvetlendirmediğinin, muhalefet cephesini bozma açısından fazla işe yaramadığının gayet farkında. Gerilimin kıta sahanlığını genişletirken yeni bir alan tarifi yapılıyor, siyasal izolasyonu genişletiyor. Yeni konsolidasyon, oy desteğine yaslanmıyor, bu yüzden erken seçim veya ittifak pazarlıklarının önemi artık çok daha az.
Otoriteryan popülizmin klasik özüne daha uygun biçimde, iktidarın muhalefeti dağıtmak için kullanacağı yeni negatif kutup artık CHP olacak gibi duruyor. CHP’nin etrafında –veya arkasında- toplanılmasını engellemek yerine, bizzat CHP’yi “itici” bir merkez haline getirmenin daha elverişli olduğu hesaplanıyor. (Kılıçdaroğlu’nun AKP orjinli partilere grup desteği çıkışı, bu hamleyi karşılamaya dönük gibi) Erken açılan erken seçim tartışmalarıyla, seçim muhalefetin talebi ve bence seçenek olmaktan kolayca çıkartılabildi. Ayrıca gerilim başlıklarının ve muhatap kesimlerin de genişletileceği anlaşılıyor: Kadınlar, barolar, kurumlar, kavramlar. Bu yeni konsolidasyon stratejisinin veya yeni sürüm taktiklerin sonuç alıp alamayacağı elbette diğer aktörlerin durumu algılama biçimine bağlı. Son yaşanan İyi Parti-HDP tartışması, ittifakların geleceği meselesi gibi başlıklar, muhalefette hala eski denklem aklının hakim olduğunu gösteriyor. İyi Parti’nin kendisine alan açabileceğini düşündüğü taktik çıkışlar, iktidar sürümünden daha eski. HDP’de yaygın olabilen, “biz dışlanıyoruz ama her şey aslında bizimle ilgili” yaklaşımı da. CHP’nin bazı yöneticilerinin akıl yürütme biçimi de. İktidar gündem değiştirerek bir şeyleri saklamaya çalışmıyor, görülenin ne olduğunu kendi tarifine bağlıyor.
Başka Bir Denizli… Başka Bir Ülke… Başka Bir Dünya… MÜMKÜN…![]()