Foto muhabiri ve kameraman Refik Tekin sokağa çıkma yasakları döneminde çatışmalı ilçelerde bulunmuş, yaşanan yıkımı ve sivil ölümlerini görüntülerken yaralanmıştı. Tekin’in o dönemde çektiği fotoğraflar “20 Haziran Dünya Mülteciler Günü” nedeniyle Tokyo’da sergilenmeye başladı. Sergide Tekin’in, ‘Le Monde’ ve ‘The Guardian’ gibi gazetelerde yayınlanan fotoğraflarının yanı sıra, arşivindeki kareler de yer alıyor. Aynı fotoğraflarla Ekim ayında Fransa’da da bir sergi açmaya hazırlanan Tekin’le hem sergiyi hem de çatışmalı dönemde tanıklık ettiklerini konuştuk.
– Sokağa çıkma yasakları ve çatışmaların yaşandığı dönemde çektiğiniz fotoğraflar Tokyo’da sergileniyor. Sergi teklifi nasıl geldi ve neden Japonya’da böyle bu sergi açıldı?
Fotoğrafları çekerken bir sergi planım veya öyle bir hazırlığım yoktu. Bu sergi bir gazeteci olarak abluka altındaki kentlerde tanıklık ettiğim olay ve olgular üzerinden gelişti. O çatışmalar, sivil ölümleri ve yüzyüze kalınan fiili durum hiç kimsenin beklemediği şeylerdi. Bu fotoğraflar da gazetecilik tanıklığım esnasında çektiğim bir seriden oluşuyor.
Sergiyi ‘Days’ adlı bir Japon fotoğraf dergisi hazırladı. Dünyadaki göçmenlerle ilgili bir çalışma yürütmek istediklerini söylediler. Japonya’nın 2020 yılında yapılacak Tokyo Olimpiyatları’ öncesi ‘güvenlik önlemi’ adı altında mülteci başvurusu yapanları toplama merkezinde tuttuğu, uzun vadede gözaltına aldığı ve geri dönmeye zorladığı belirtiliyor. Hatta bunun sonucunda toplama merkezlerinde intihar veya intihar girişimi vakalarının çoğaldığı ifade ediliyor. Japonya’nın Türk hükümeti ile dostluk ilişkisi çerçevesinde Kürtlerin mülteci başvurusunu reddettiği de biliniyor. Şu ana kadar mülteci olarak kabul gören hiç bir Kürt yok.
Bu konulara dikkat çekmek için böyle bir sergi hazırlamak istemişler. Bu fotoğraflar Kürtlerin, yani sivillerin uğradığı şiddete tanıklık eden fotoğraflar. Orada bu sergiyle konuya dikkat çekmek ve farkındalık yaratmayı amaçlıyorlar.
– Karma bir sergi mi bu?
Benim dışımda bir fotoğrafçı daha var. Benim bölümüm Türkiye’deki Kürtlerin karşılaştıkları şiddet, çatışmalı ortam ve olaylardan oluşuyor.
– Fotoğrafları nerelerde çektiniz?
Diyarbakır’ın Silvan ve Sur ilçesi, Mardin’in Nusaybin, Dargeçit, Derik ilçeleri, Şırnak’ın Cizre ilçesi ve Beytüşşebap ilçesinde çektim. Birçok ilçe ve mahallelerde sokağa çıkma yasakları ilan edilmişti. Güvenlik güçlerince abluka altına alınmıştı yerleşim yerleri, kentler.
– Size nasıl ulaştılar?
Benim çektiğim fotoğrafların bazılarını Le Monde ve The Guardian gibi gazetelerde görmüşler. Bana o şekilde ulaştılar. ‘Kürtlerin yaşadığı yıkımdan, karşılaştıkları sorunlardan Japonya’nın da haberi olsun istiyoruz’ dediler. Ben de bu fikri doğru buldum ve kabul ettim. Yasaklar süresince çektiğim fotoğraflar arşivimde duruyor. 6 -7 tanesi uluslararası basında yer aldı, o kadar. Hiçbirini kullanmadım, sergilemedim. Bu sergiye fotoğraflarımı gönderme nedenim de Kürtlerin yaşadıkları hukuksuzlukları dünyaya anlatma isteğiydi. Bu insanların çoğu ’90’lı yıllarda köyleri yakılıp yıkıldığı için ilçelere, kentlere gelip yerleşmişti. Aynı yıkımı tekrar yaşadılar. Savaşa rağmen bu kez evlerini, mahallelerini terk etmediler. Bunun uluslararası arenada görünür hale getirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
– Fotoğraflarınız arşiv niteliğinde. Fotoğraflarınızı hangi duyguyla çektiniz?
Belki politik bir mesajı vardır. Çünkü o ablukalarda terörize edilen bir halk var. Öldürülen, evlerini terk etmeleri için göçe zorlanan bir halk. Bu yaşananlara çok politik de bakılabilir. Ama asıl amaç, o insanların yaşadıklarını belgelemek ve oradan da Dünya ve Türkiye kamuoyuna taşımaktı.
– Siz o sırada şimdi KHK ile kapatılmış olan İMC TV’nin kameramanı olarak çalışıyordunuz. Tanıklık ettiğiniz ve kameranızla arşivlediğiniz o anları biraz tasvir eder misiniz?
Sadece ben değil, ablukalar sırasında Kürt basınından birçok genç gazeteci de benim gibi tanıklık ettiler. Orada yaşananları canları pahasına kamuoyuna yansıtmak için çalıştılar. Bu esnada hayatını kaybeden meslektaşlarımız, arkadaşlarımız da oldu. Cizre’de vurularak hayatını kaybeden ‘Azadiya Welat Gazetesi’ yazı işleri müdürü Ruhat Aktaş’ı burada saygıyla anmak isterim. Birçok olayın birebir tanığı olduk. Ani bir telefon, insanların yardım haykırışı, hiçbir çatışmanın yaşanmadığı mahallelerin bombalanması, kurşunlanması, insanların kendi evlerinin önüne dahi çıkamaması, çocukların bir karanlık odada günlerce aç-susuz ve gıdasız kalması…tüm bunlara tanıklık ediyorduk.
Bunları yansıtmaya çalıştık oradan. Ne kadar yapabildik, ne kadar başarabildik bilemiyorum ama üzerimize düşeni yapmaya çalıştık. Sadece biz de değil, belediye çalışanları, itfaiyeciler ellerinden geldiğince işlerini yapmaya çalıştı. Belediye meclis üyeleri bidonlarla halka su dağıtmaya çalıştı. Herkes kendi üzerine düşeni yapmak için çabaladı. Ama bir taraftan da devlet çok farklı bir şey yapıyordu: Örneğin Bişen Garan, 12 yaşındaydı. Evleri bombalanıyordu. Kentlerin etrafı tanklarla çevriliydi. Bişen Garan polisi arıyor ve evinin adresini veriyor. Evlerinin bombalandığını söylüyor. Emniyet ‘beyaz bayrakla çıkın, size kimse ateş etmeyecek’ diyor. Çocuk tam bayrağı alıp merdivenlerden kapısının önüne indiği anda keskin nişancılar tarafından vuruluyor. 24 saat boyunca cenazesi kapının önünde kaldı. Anne ve babası saatlerce çocuklarının cenazesini izlemek zorunda kaldı. Ya da Taybet ana, Miray bebek… Orada bunlar yaşanırken Türkiye basını bu insanları ‘terörist’ diye yansıtıyordu. Onlar sadece evlerini terk etmeyen insanlardı. İnsanlar sokakta karşıdan karşıya geçemiyorlardı. Tüm sokakların başına keskin nişancılar yerleştirilmişti. Bu nedenle Japonya’da bu serginin açılmasını çok önemsiyorum. Onların da bunları görmesini istiyorum. Aynı zamanda ekim ayında aynı seriden oluşan bir sergiyi de Fransa’da açacağım.
– Toplam kaç fotoğraf var sergide?
Sanırım gönderdiklerimden 20 kadarı sergileniyor.
Kaynak: Artı Gerçek
