Kapitalist pazar ekonomisinin kabaca 500 yıllık kısa geçmişi boyunca onlarca, belki yüzlerce kez ekonomik krizler yaşandı. 
İktisatçılar bu kriz deneyimlerinin tarihsel bazı özelliklerini, biraz da kabaca bir araya getirerek krizler tipolojileri kurguladılar. Bunların arasında birinci nesil krizler diye adlandırılan bir grup tarihi deneyim, krizlerin çoğunlukla kamunun aşırı ve denetimsiz harcama politikalarından kaynaklandığını not etmekteydi. Büyüyen kamu açıkları çoğunlukla para basarak enflasyonist biçimde “kapatılmaya” çalışılıyor; ve hemen her defasında da bir döviz krizi olarak patlak veriyordu. Çoğunlukla sabit kur rejimleri içinde yaşanmış olan bu tür krizler 70’li ve 80’li yıllara özgü olarak kaldı.
90’lı yıllarda dünya ekonomisi ikinci nesil krizler ile tanıştı. Burada çoğunlukla denetimsiz kalan finansal sistemin aşırı spekülatif ve aşırı risk iştahına dayanan kısa dönemli, sorumsuz finansal işlemlerinin yarattığı dengesizlikler bu tür krizlerin yapısal unsurlarını oluşturmaktaydı. Finansal varlıkların yerçekimi yasalarını hiçe sayarak balonlaşması ve reel ekonomiden koparak bir hayali değerler sistemine sürüklenmesi bu tür krizlerin ana öğesiydi. 1994 Meksika, 1997 Asya, 2001 Arjantin ve Türkiye ve nihayet 2009 küresel krizi…
***
2009 krizi ve sonrası küresel kapitalizm için aslında yepyeni sorunlar yumağını ortaya dökmekteydi. 21. yüzyılın bu ilk onlu yıllarında artık İkinci Dünya Savaşı sonrası inşa edilen uluslararası kurumsal düzen ve montaj hattına dayalı Fordist manüfaktür üretimi teknolojileri olgunlaşmış, köhneleşmişti. Uluslararası rekabet keskinleşmiş ve kapitalizmin hegemonik merkezlerinde üretkenlik kazanımları ciddi biçimde yavaşlamıştı. Bu ortamın getirdiği gelir kayıpları ve durgunluk, emeğin gelirlerinin reel olarak gerilemesine, şirket kârlılığının düşmesine ve dolayısıyla yatırım temposunun yavaşlamasına neden olmaktaydı.
Gerek gelirleri reel olarak gerileyen hane halklarının, gerekse şirketlerin tüketim ve yatırım harcamalarını sürdürebileceği tek bir olanak vardı: Borçlanma ve dolayısıyla, finansallaşma.
Borçlanmayla aşılmaya çalışılan büyük durgunluk bir noktada sürdürülemez bir hale gelecekti. Kanımızca 2018’in ilk yarısında Türkiye’de yaşananlar bu sürecin ilk tetikleyicisidir.
***
Dolayısıyla, Türkiye’nin 2018 krizini küresel kapitalizmin yapısal koşullarından bağımsız olarak değerlendirmemeliyiz. Yapısal koşulları zaten oluşmuş olan bu kriz ortamının ilk örneğinin
Sonuç olarak, Türkiye’nin 2018 krizi bir yandan çarpık biçimde küreselleşen dünya ekonomisinin rantlarından pay kapmaya çalışan, ancak bir yandan da “yerli ve milli olsun” söylemiyle pekiştirilen milliyetçi neoliberalizmin tezahürüdür.
Geçen haftaki yazımızın son cümlesini tekrarlayarak bitirelim: “Bu koşullar altında uygulanması gerekecek olan ‘istikrar paketi’ geleneksel kemer sıkma tedbirlerinin çok üstünde, hukuk normlarının uluslararası standartlara uygun hale getirilmesini başat edinecek düzenlemeleri içermek zorundadır.”
Kaynak: Cumhuriyet
